Çikolata

Kim sevmez ki? Ben küçükken sevmezdim. Annem eve gelen misafirlerin bana getirdiği çikolataları yemediğimi söylerdi. O zamanlar neden çikolata sevmediğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Çocuklara genellikle sütlü çikolata alınır, hediye edilir ve bence süt çikolataya yapılacak en büyük hakarettir. Güzelim kakaonun tadını süt kadar bozan bir şey daha bilmiyorum ben.

Geçen haftaki Brüksel seyahatinin de tam üstüne bence bu konuda daha önce okuduklarımı, yediklerimi ve yaptıklarımı toparlamak için doğru zaman. Ne de olsa aslında dünyadaki en iyi çikolata üreticileri İsviçreli diye bilinse de, Belçikanın çikolatacılık konusunda eline su dökebilecek ülke sayısı gerçekten azdır. Bir de aklıma gelen ufak bir ayrıntı, özellikle 1980lerde ve 1990ların başlarında bir de Alman çikolatası diye bir kavram vardı Türkiye’de. Alman çikolatası Almancı akrabalarınızın, komşularınızın akrabalarının Türkiye’ye gelirken getirdikleri çikolatalardı. Yoksa Almanların çikolatacılıktan anladığını söylemek bu işi layıkı ile yapanlara haksızlık olur gerçekten de.

Evdeki yemek, yemek kültürü ve tarihi kitaplarımı gözden geçirdiğimde Deniz Gürsoy‘un yazdığı ve yaklaşık 2-3 sene önce okumuş olduğum “Aşkın İlacı Çikolata” kitabını buldum. Sonra kitaba biraz göz gezdirim çikolata hakkında bildiklerimi tazeledim.

Çikolatanın tarihi İ.Ö. 1500’lü yıllara dayanıyormuş. Anavatanı Meksika Körfezi’nde yer alanYucatan Yarımadasıymış. O tarihlerde bu coğrafyada Olmekler yaşıyormuş. Olmeklerin ardından Mayalar, Aztekler ve Inkaların da kakao çekirdeklerinden hazırladıkları içeceği sıcak olarak tükettikleri biliniyormuş. Yani bilinen ilk çikolatalar yenilebilen çikolatalar değil içilebilen çikolatalarmış.

Mayalar çikolatayı kırmızı biberli içiyorlarmış ayrıca bu içeceğin dini ayinlerde büyük önemi varmış. Aztekler ve Mayalarda bu içecek sadece soylu sınıfa hitabederken, İnkalar da halk tarafından da tüketiliyormuş.

Amerika kıtasını keşfeden Kristof Kolomb’un kakao çekirdeklerinin değerini anlamadığı ancak kendisinden daha sonra 1519’da Yeni Kıta’ya gelen Hernando Cortes kısa sürede bir çikolata bağımlısı haline gelmiş ve İspanyol kralına yazdığı mektupta bu yeni içeceğin “Vücudun savunma mekanizmasını güçlendirdiği ve yorgunluğu geçirdiğini” bildirmiş.

Çikolata Avrupa’ya taşınınca, Avrupalıların damak tadına uyabilmesi için acı biber reçetelerden çıkarılmış ve yerine vanilya, şeker gri amber, misk, tarçın eklenmiş.

Çikolata Katolik dünyasında büyük tartışmalara neden olmuş. Oruç döneminde yemek yenmemesine karşın çikolata içilmeye devam edilmiş, bu da kiliseyi rahatsız etmiş. İspanya’nın ardından sırasıyla İtalya, Fransa, İngiltere, Avusturya, İsviçre çikolata ile tanışmış. O dönemlerde çikolata içmek bir statü göstergesiymiş.

Genel olarak çikolata, kakao, kakao yağı, ve şeker karıştırılıp iyice yoğurularak kıvama getirildikten sonra kalıplar içinde biçimlendirilerek yapılırmış. Bu karışıma şeker koyulmazsa sade, süt ve şeker eklenirse sütlü çikolata, sütlü çikolata karşımına fındık, fıstık, badem meyve, bal, üzüm vs. karıştırılırsa da karıştırılmış olan maddenin adını alırmış.

Kakao çekirdeği 400’ün üzerinde değişik aroma taşıyabilme özelliği ile tabiatta en fazla koku ve lezzet barındıran bitki imiş.

İşte iyi çikolata için öneriler ve uyarılar:

  • Gerçek çikolata vücut ısısında erirmiş. Yani ağzınızda erimeyen şey çikolata da değilmiş.
  • Kaliteli çikolata oda sıcaklığında yenmeli ve aynen kalitel, rezerv şarapları gibi ağızda biraz uzunca tutulduktan sonra mideye yuvarlanmalıymış.
  • Çikolata asla buzdolabına konmamalıymış.
  • Çikolatanın yüzeyi pürüzsüz, har yarafı aynı renk tonunda olmalıymış, ğüzerinde bir beyazlık var ise bu sıcaklık farkları yaşadığı anlamına gelirmiş.
  • Daha ambalajı açılırken burnumuz çikolatanın o hoş kokusunu algılayabilmeliymiş.
  • İyi çikolata ufalanmazmış.
  • Çikolatayı yedikten sonra tadı ağzımızda bir kaç dakika kalabilmeliymiş. Bazı iyi kaliye çikolatalarda bu süre 45 dakikaya çıkabilirmiş.



Şimdi gelelim birer çikolatacılığı sanatçılığa dönüştüren Belçikalılara. Burada Leonidas gibi aşırı derecede turistik ve bence gerçekten berbat çikolata satan çikolatacılardansa gerçekten sanat eserine benzer çikolatalarını adeta mücevher gibi sergileyen ve satan benim bildiğim Brüksel’li Chocolatier’lerden bahsetmek daha uygun olur gibi geliyor. O yüzden Frédéric Blondel ve Pierre Marcolini burada verilebilecek isimler. Hani ölmeden önce mutlaka geyikleri vardır ya, bu çikolatalardan yemek de mutlaka ölmeden önce tadılması gerekenler listesinde yer almalı.

Bu haddinden fazla uzamış yazıya son bir fotoğrafla noktayı koyuyorum. Kadınların en az çikolata kadar sevdikleri başka bir şey düşünün. Ne olabilir??? Hani çikolatayı ne kadar yeseniz bıkmazsınız, yine aynı şekilde ne kadar alsanız doymayacağınız ve gözünüzün hala dışarıda vitrinlerde kalacağı bir şey düşünün:)

Cevap: Ayakkabı 🙂 Şimdi söyleyin çikolatadan ayakkabıları yemeye kıyabilecek kaç kadın var yer yüzünde?

2 comments

Add Yours

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s