Bu bloğa yazmaya başladığımdan bu yana farkettiğim bir şey var. Neredeyse bir sürü yazıda, bundan 3-5-7-10-15-20 sene öncesine referans vermişim. Pek pişmanlıkları olan, onu niye öyle yapmadım bunu niye böyle etmedim diye şikayet eden biri nerede ise hiç olmadım galiba. Meraklı bir tip olduğum için havada herhangi bir bela ya da tehlike hali sezdiğimde dahi burnumu o şeye batırmadan vazgeçtiğimi hiç hatırlamıyorum. Bu bazen canımı sıkacak sonuçlar doğursa da zaman geçtikten sonra aslında her biri aslında gülerek, kendi yaptığım salaklıklara gülerek hatırladığım hikayelere dönüşüyorlar. Daha açıkça söylemek gerekirse burnunu boka batırmaktan kokmayan biri olarak aynı şey aynı şekilerde yine başıma gelse yine aynı şekilde davranacağıma da eminim sanırım. Yani akıllanmak yok yola devam 🙂
Şimdi ben bunları niye yazdım, az evvel bulduğum defterlerden birinin içinde okuduğum kitaplardan aldığım bazı alıntıları gördüm. Mesela;
“Gelecek kimsenin umurunda olmayan ilgisiz bir boşluktur, geçmiş ise yaşam doludur, kızdırır, başkaldırtır, yaralar, o kadar ki bu yüzden onu yoketmek ya da yeniden yaratmak isteriz. Geleceğe egemen olmak istenilmesinin nedeni, geçmişi değiştirecek güce sahip olmaktan başka bir şey değildir.”
Milan Kundera-Gülüşün ve Unutuşun Kitabı
Kendime not:
Ben geleceğin kimsenin umurunda olmayan bir boşluk olduğuna inanmıyorum. Bence gelecek çok dolu, umut dolu, yapmak istediğim herşey gelecekte. Hatta o kadar ki herşeyi geleceğe erteleyip bugünü unuttuğum bile olabiliyor bazen. Bu da tehlikeli bir şey işte.
Geçmişe gelince hayat dolu olduğu doğru ama yaralar, üzüntüler zaman içerisinde kendi kendilerini tamir ediyorlar. O yüzden geçmişi seviyorum, cidden dolu dolu yaşanmış çünkü. Bundan 10 sene, 20 sene, 30 sene sonra da bu cümleleri okuduğumda yine aynı şeyleri düşünebilmek için geçmiş ve gelecek arasındaki bugünü unutmamam gerekiyor.