Güney Batı Fransa, Midi Pyrénées

Bir önceki Fransa yazısında üniversitedeyken gittiğim gönüllü çalışma kampını yazmıştım. O seyahatten tam 7 sene sonra tesadüf bu ya bir kere daha Fransanın Güneyine yolum düştü. Bu defa Midi Pyrénéelere gittim.

Tarih Haziran 2004. Okulların kapanmasına az bir vakit var. Tam sınav zamanı. Bütün sene yata yata bir hal olduğum ve nerede ise sabah derslerinin hiçbirine gitmediğim için feci tutuşmuş durumdayım tabi. Bu arada her gün kütüphanelerden kütüphane beğenemeyerek, sıkılmayalım diye başka başka yerlerde ders çalışmaya çalışıyoruz. Bu arada sınavlar bittikten sonra tatil planlarına da devam ediyorum.

Fransız arkadaşım Veronique ben sınavlardan sonra Toulouse’a gidicem sen de benimle gelmek ister misin diyince, önce biraz tereddüt ettim ama sonra teklifi geri çeviremedim. Benim için değişik bir deneyim olacaktı çünkü epeydir Fransızca konuşmamıştım. Üstelik Veronique’in anne ve babası tek kelime İngilizce konuşmadıkları için benim için Fransızca kasmaktan başka çare yoktu.

Benim havaalanı maceralarım ünlüdür. Başıma nerede ise gelmemiş bir şey kalmamıştır. Burada da uçak Toulouse’a indikten sonra Fransız polis memurunu İngiltere’de öğrenci olduğuma ikna etmem epey zaman aldı! Kadının bana Fransa’ya niye geldin sorusu yerine, İngiltere’de ne yapıyorsun bakayım sen sorusunu sorması çok enteresandı. Dönüşte de aynı polis memuruna denk geldim ve kadın gülerek iyi yolculuklar diledi bana! Unutmamış!

Toulouse’daki ilk gecemizde, Muret’de kaldık. Veronique’in babaannesinin eviydi. Ahşap kirişleri olan, iki katlı, şömineli bir ev. yani otellerde yatakları öyle bir toplarlar da yorganı açıp da içine girene kadar bütün çarşaf takımının altı üstüne gelir. İşte hayatımda ilk defa bir evde yatakların otel usulü toplandığını gördüm bu evde. Sabah kalktıktan sonra tekrar bulduğum gibi bırakmak için çok uğraştım ama beceremedim!

O akşam Veronique ve babası ile birlikte Garonne nehrinin bir kolu olan Riege ‘in kıyısında bir restoranda yemek yedik.

İlk akşamı dinlenerek geçirdikten sonra ertesi gün Toulouse’u gezerek başlamışız güne. Toulouse kırmızı kremit binaları, kiliseleri, manastırlarıyla ünlü Garonne nehri kıyısında bir nehir. Kil ve kum şehirde bulunan en bol yapı materyalleriymiş böylece özellikle yazın masmavi gölyüzünün altında kırmızı kiremit binalarıyla parıldayan bir şehir oluyor Toulouse. Bu yüzden de Toulouse’a”La ville Rose” diyorlar.

Şehrin merkezinde Place du Capitole diye adlandırılan resimlerde tamamı olamasa da bir kısmı görüntülenmeye çalışmış meydan var. Fnac bu meydan da. Resimde de görünüyor zaten. O gün Fransızca bir yemek kitabı, yanında okuyacak bir sürü cep kitabı, müzik cdleri aldığımı hatırlıyorum. Kitapları hala okumadım ama Francis Cabrel’in cdsini ara ara dinliyorum. Bir de Michel Jonasz cdsi almışım ama itiraf etmek gerekirse onu pek dinlemedim.

Toulouse, Paris’ten sonra Fransanın en çok öğrenci barındıran 2. şehriymiş. Ayrıca öğrendik ki Airbus’ın üretim merkezlerinden biriymiş.

Bir öğle yemeği yediğimizi hatırlıyorum ama kayda değer bir şey değildi ki not almamışım. Couvent des Jacobins, Basilique de St. Sernin ve Notre Dame du Taur’u gezmişiz. Bunlar yine aklımda yer etmeden gezdiğim kiliseler. Couvent des Jacobins gotik tarzda diğer iki kilise ise Romanesque tarzda yapılmışlar.

Ara sokaklar çok güzeldi. Kıvrılarak giden ve tek bir arabanın bile zor geçebileceği bir sürü sokak gördüm Toulouse’da.

Güneye indikçe biraz daha arap, afrika etkisi hissedilmeye başlıyor sanırım. Yanlış bilmiyorsam Fas’ta kapılar çok önemlidir ve fotoğrafını çekmeye değerdir. Bu da öyle bir kapı olmuş gerçekten.


Aşağıdaki fotoğraf, gökyüzünün mavisiyle, kiremit renginin tezatını çok iyi vermiş gerçekten de!


Toulouse’da bulunduğumuz dönemde nerede ise her akşam peynir, ekmek ve şaraptan başka bir şey yemek istemediğimi hatırlıyorum. Beğendiğim ve Londra’ya dönerken de alıp yanımda götürdüğüm iki peynirin adını da defterime yazmışım: Saint-Agur ve Ossau Iraty Fermier. Ossau Iraty bir tür keçi peyniri. Çok çok çok lezzetli ve Basque bölgesine özgü bir peynir. Saint Agur ise aslında bildiğimiz Roquefort peynirine çok benzeyen ancak daha yumuşak ve krema kıvamında bir peynir.

Bir tam günü Toulouse’a ayırdıktan sonra, Fransa’nın bir başka rüya kasabasını görebilme şansına erişmişiz. Kasabanın adı Saint-Cirq-Lapopie. Turizmde Fransız dehasının, tarihi eserlerin ne şekilde korunması gerektiğinin, hayattan nasıl zevk alınacağını, hayatı yaşama ve güzelleştirme sanatının ne raddeye gelebileceğinin bir göstergesi bu kasaba. Önce anlatmak yerine fotoğraflarına bakmak lazım sanırım.




Saint-Cirq-Lapopie derince yarılmış bir vadiye kurulmuş bir kasaba. Nufusu 23 kişi. Turist istilası altında. Bir suru restoran ve hediyelik eşya satan dükkan var. Hediyelik eşyanın kapsamı sadece kupalar, buzdolabı magnetleri, kültablaları, kartpostallarla sınırlı değil. Bir dizi de gourmet dükkanı var. Reçeller, hardallar, yöresel bir takım ürünler de gayet güzel hediyelik eşya olabiliyor aslında. Ben bir incirli, bir cevizli reçel bir de yine cevizli hardal almışım. Bunların yanında bir şişe şarap bir de cevizli pasta aldığımı yazmışım ama bu son ikisini pek hatırlamıyorum.

Lot bölgesindeki Saint-Cirq-Lapopie’den yine Lot bölgesindekiCahor’a doğru yol aldık. Cahorla ilgili aklımda en çok kalan şey üç kuleli ve kuleli ve kemerli bir köprü olan Pont Valentré. Mazgallı surlarla çevrili olan köprü aslında savunma açmacıyla inşa edilmiş. Ortaçağda hem bir üniversite şehri hem de bankacılık ve ticaret merkezi imiş Cahor.

Sırasıyla anlatmayı çok isterdim ama resimler arasında adını hiç bir yere yazmadığım bir kasabadan da geçmişiz. Yol üzerinde durduğumuzu hatırlıyorum ama defterime burası ile ilgili hiç bir şey yazmamışım! Yine de o kadar resim çekmişiz koymadan geçmeyelim.

Neyse gelelim yavaş yavaş yazının sonlarına, bu Fransa gezisi boyunca ilk gece dışında konakladığımız kasabanın adı Auch. Üç silahşörlerin memleketi burası. D’Artagnan’nın bir heykelini dikmişler anısına.

Buraların ünlü içeceğinin adı Armagnac. Beyaz üzümden yapılan damıtılmış bir içki. Altın rengi. Aslında rengi konyağa benziyor.

Burada kaldığım süre de Abbaye de Flaran ve Chateau de Lavardens’i de ziyaret ettik.

Auch’un bulunduğu bölge Gascony diye geçiyor. Burası Fransa’nın en geniş tarım alanlarını kapsıyor. Yol boyunca arabada giderken geniş tarım alanlarının yanından geçtik. Avrupa Birliği’nin tarım politikası konusunda bu kadar büyük kıyamet kopmasına şaşmamak gerek diye düşünüp not almışım. Bu bölgenin Fransanın kırsal alanlarını oluşturmasına karşın köy evleri son derece bakımlı.

Mutfağa gelince, İspanyol mutfağına çok yakın bir mutfak kültürleri var. Paella burada da yaygın bir yemek. Bizim kurfasulyenin akrabası sayılabilecek Cassoulet bu bölgenin geleneksel mutfağının en önemli örneklerinden biri. Başka enteresan bir nokta da tıpkı İspanya’daki gibi burada da boğa güreşi yapılıyor olması.

Şimdilik bu kadar sanırım. eksikleri sonradan tamamlayacağım ama artık daha fazla uzatmadan bu yazıyı yayınlamak istiyorum. 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s