İnsan en çok kime kızar? Sevdiklerine mi sevmediklerine mi?
Ben sevmediklerime kızmıyorum. Zaten sevmiyorum ki! Neyine kızayım? Sevmediklerimin yaptıklarına kızdığım zaman kendime kızıyorum.
Sevdiğim insalara niye kızıyorum? Genelde yaptıkları değil, yapmadıkları şeyler için galiba. Birini gerçekten seviyorsam, en büyük beklentim onun sevgisi, ilgisi, şefkati, ince düşüncesi, değerimi bilmesi değil mi? Yani ortada aldatma, yalan söyleme, güveni kötüye kullanma gibi bir durum yoksa eğer bu durumda O’nun yaptıkları değil, yapmadıkları, eksik bıraktıkları canımı acıtıyor.
Peki en çok kızılanlar listesinin başında kim var? İnsanın kendisi tabi ki. İnsanın iç hesaplaşması hiç bitmiyor. Kendisi ile barıştığı anda kendisine küsmesini gerektiren başka bir şeyin içinde buluyor kendisini.
Küsmemek lazım ama. Ben artık kendime küsmek istemiyorum. Tamam güçlüyüm, sıkı duruyorum falan ama artık kendimi yeme ve bitirme durumunu da bırakmak istiyorum. Dışarda değil, içerde ne kadar güçlü olduğumun önemli olduğunu unutuyorum. Biliyorum ki dışarda zayıf , içerde güçlü insanların hayatı daha kolay.
Egosu büyük bütün insanların sorunu bu iç ve dış güç meselesinden kaynaklanmıyor mu zaten? Bazıları hiç yorulmaz, hiç üzülmez, hiç hasta olmaz, hiç sıkıntıya girmez. Ne olursa başlarına ne gelirse gelsin kaldırırlar, üstesinden gelirler, başederler, kendileri taş kalplidirler, her zaman çok mantıklı görünürler, kendilerinden emindirler, başkalarına akıl verip yardımcı olurlar, dertlerine çare bulurlar. Bunlara insan demek insanlığa sığmaz, kendileri saylondurlar. Önemli kararları hep onlar alırlar. Sevilecekse de onlar severler, bırakıp gidilecekse de onlar bırakıp giderler. Kararsızların peşine takıldıkları zaaf durumlarında büyük muhtemelle hüsrana uğrarlar. O yüzden bu insanların inisiyatifi hiç elden bırakmamaları gerekir.
Ama her insanın boşluğa kendini bırakmaya ihtiyacının olduğu anlar da vardır. Kendini kaptırmaya, ayağı frenden çekip, gaza da basmadan bayır aşağı kendini salmaya. Bu bayırların sonu genelde ya çalı çırpıdır, ya da muhtemelen bir dere yatağı. O yüzden o bayırın sonunda ya kıymık içinde kalırlar ya da boklu suya batarlar. 🙂
Bilmiyorum hangisi daha iyi! 3 gün heyecan yaşayıp beş günü üzerindeki boku temizlemekle geçiriyorsan, ya da kıymıkların açtığı yara berenin geçmesi 10 günü buluyorsa pek akıl karı olmayabilir. Ama bu bir tutkudur. Hayatının farklı safhalarında farklı isimlerle karşına çıkarlar. Aslında bu karşına çıkan şeyin birazı onlardır, birazı sensindir. Onlar sana esin verirler, senaryonun gerisini sen yazarsın. Sonuçta kendi yarattığın şeye kendin inanıp, sonra da kendi kendini sen hayal kırıklığına uğratırsın. İşte tüm hikayelerin sonunda başkasına değil, en çok kendimize kızmamızın sebebi de budur. 🙂