Herkesin aylar önce izlediği “Twilight”ı sonunda tavsiye üzerine izledim. Filmden önce her zaman yaptığım gibi izleyenler bakayım ne demiş diye ekşi sözlüğe baktım. Tamamını okumayıp en son sayfaya gittim. Yazanlar demediklerini bırakmamışlar. Yok kız filmiymiş, yok şöylemiş, yok böyleymiş. İçimden sordum: madem o kadar kötü niye 15 sayfa entry yazdınız diye.
Neyse bu kısa araştırma seansından sonra oturdum bir güzel filmi izledim ve bayıldım. Evet bu film kesinlikle kız filmi. Romantizmi, aşk için yapılabilecek fedakarlıkların sınırını, engellerin bir ilişkiyi ne derece çekici ve başdöndürücü kılabildiğini, ne derece bağımsız ruhlu olurlarsa olsunlar kendilerini sahiplenen bir erkek gördüklerinde kadınların nasılda eriyip bittiklerini, o erkeğin ebedi aşkı uğruna vampir bile olabileceklerini bu film sayesinde zevkle hatırladım. Uslanmaz bir romantik Amerikan filmi hastası olan ben geçen kış da “Gossip Girl”e takmıştım kafayı. Blair ve Chucktan başka hiçbirşey konuşmak istemiyordu canım bir ara. Ondan önce de yaz tatilinde elimde Boleyn Kızı serisi vardı.
Twilight is the new pink diyorum o zaman ben. İkinci filmin fragmanını da izledikten sonra Cuma günü D&R’da gördüğüm serinin kitaplarını bir araya getirdikleri teneke kutulu paketi almaya karar verdim. Evde tonlarca okuyacak kitap var ama Twilight serisi bir solukta okunacak kitap niteliğine haiz olduğu için diğerleri arasında kolayca sıyrılacağa benziyor.
Üstüne bir de hafta içi Pazartesiden Perşembeye Cnbc-e’deki Moonlight’ı da izlemeye başladım ki vampir olmama az kaldı.
Son Not: Bu yazının son Twilight yazısı olmayacağına eminim galiba! 🙂