Bugün işte ilk günümdü. Pazar gecesi ayaklarımın geri geri gitmesine karşılık, sabah kalktığımda işe gitmek için o kadar da isteksiz değildim. Tabi bunda bütün sabahı evde geçirip saat 11.30’da ancak iş yerime teşrif etmemin de etkisi olabilir.
Neyse sonuçta hafta başladı. Yapacak bir sürü yeni iş var. Bu hafta bir iki tane işi sonuçlandırabilirsem endişeleneceğim hiç bir konu kalmayacak gibi de görünüyor. Dolayısı ile can sıkacak bir durum yok. Hayır aslında can sıkacak bir durum var. Hala hastayım. Sabah doktora gittim, yine bir sürü ilaç, gargara, burun spreyim oldu. Çok sıcak ve soğuk bir şey içmem, baharatlı yiyecekler yemem ve sigara içmem yasak. Yutkunamadığım için çorbadan başka bir şey yiyebilmek de eziyet. Tam rezillik yani.
Neyse bu yazıya başlarken amacım şikayet değildi aslında. Tatilde uzun zamandır yapamadığımı yapıp, yıl boyunca başlayıp yarım bıraktığım kitapları bitirmek istiyordum. O derece özlemişim ki okumayı, sık sık annemin buraya okumaya mı geldin sen tacizlerine maruz kaldım. Galiba yazmak ve okumak benim için hastalık gibi bir şey, birini yapamadığımda diğerini yapabiliyorsam çok da sıkıntı olmuyor ama ikisini birden yapamadığım dönemlerde epey canım sıkılıyor. Blog yazmaya başlayalı bir yıldan fazla olmuş yani yazı yazmak da artık hayatımın bir parçası artık. Okunup okunmaması da çok önemli değil. Ben tatmin oluyorsam, aklımdan geçen düşünceleri bir yere kaydedebiliyorsam kafi. Sonuçta söz hep uçar yazı da hep kalmaz mı?
İlk okuduğum Kitap Elif Şafak’ın Aşk romanıydı. Kitap bana geçen sene izin sırasında okuduğum EGo ve Paulo Cohello’nun kitaplarını hatırlattı. Sufilik, aşk, allah sevgisi, ego, evren, bir bütünün parçaları ve herşeyin zıddı ile bir arada varolması durumu. Hem kitap çok hoşuma gitti hem de Elif Şafak’ı epeyce kıskandım. Çok güzel yazmış, keşke ben de böyle şeyler yazabilseydim. Mevlananın bile egosunun olması beni şaşırttı. Şemsin gerçekten var olup olmadığını düşündüm ama daha googlelamadım. Kitabın ilk baskısının 100.000 olması çok sevindirdi. Kitabın kadınlar için pembe, ellerinde pembe renk taşımak istemeyen erkekler için füme rengi kapakla basılması beni güldürdü. Kitabın orijinalini İngilizce yazıp, çevirisine de yardım eden Elif Şafak beni bir yandan yeni kıskançlık hezeyanlarına sürüklerken bir yandan da hayranlığımı bir kez daha kazandı.
Okuduğum ikinci kitap Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” oldu.
Orhan Pamuk Elif Şafak gibi okumayı çok sevdiğim yazarlardan biri. Kolay okunamayan ama nedense en çok satan Türk yazarlarından biri. Bunun nedeni sanırım Orhan Pamuğun kendisini markalaştırabilmiş bir yazar olmasından kaynaklanıyor. İlk okuduğum Orhan Pamuk romanı Cevdet Bey ve Oğullarından sonra bir yazarın yazdığı dönem romanlarının üstesinden gelebilmek için yaptığı titiz araştırmanın hayranı olmuştum. Bu hayranlığımın “Benim Adım Kırmızı” romanında iyice pekiştiğini hatırlıyorum.
Masumiyet Müzesi’ni kitap daha ilk yayınlandığında almış ve aldıktan kısa bir süre sonra da okumaya başlamıştım. Kitabın ilk 300 sayfasından sonra işteki artan yoğunluk üzerine kitabın temposunun da düşmesiyle okumayı bırakmıştım. Tatilde yeninden okumaya başlayıp, kişilerin isimlerini hatırlayamadıkça, kitabın en sonundaki indeksten yararlanarak nerede ise 2 günde bitirdim. Bir kadının dikkati ile yapılmışa benzeyen betimlemeler, çok ince detaylar, durağanlık kitabın önde gelen özelliklerinden. Hatta öyle ki kitapta anlatılan hikayenin akışını, roman kahramanlarının kaderlerini birden bire değiştiriveren hadiseler bile o kadar sade bir dille anlatılmış bu bölümlerdeki anlatrımın yalınlığına gerçekten çok şaşırdım. Çok sürükleyici olmayan ama okumaktan da vazgeçilmeyen bir hali var romanın. Ayrıntılar kitapta geçen her anın gözünüzde tam olarak canlanmasını sağlarken, Masumiyet Müzesinin olaylar üzerine değil anlar üzerine kurulmuş bir roman olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Okurken bir ara gereğinden uzun bir roman mı olmuş bu acaba diye düşündüm Hatta öyle ki okudukça hem biraz sıkıldığım hem de hırs yapıp kitabı bir an önce bitirip kütüpaneye kaldırmak istediğim anlar oldu. Bir yandan hikayenin nasıl biteceğini merak ederken, bir yandan da bir türlü hazır olamayan film senaryosundan, Kemal’in Füsun’la bakışmalarının ayrıntılarına yer verdiği, kolu koluna değdiğinde ne hissettiğini tasvir ettiği sayfalar dolusu betimlemeden sıkıldığımı itiraf etmem lazım. Ama aslında sanırım bu duygu Orhan Pamuk’un her kitabını okurken içime gelip yerleşiyor.
Öte taraftan Kemal’in modern yaşam tabirini sık sık kullanması ama zengin, görmüş geçirmiş bir aileden geliyor olmasına karşın bu modernizm edebiyatının biraz sırıtması değişik geldi. Kitabın en etkileyici bölümlerinden biri ise Müzecilik konusundaki bölümleri idi. Kitaba indeks koyulmasını gerektirecek kadar çok karakter yaratabilen Pamuk, bahsettiği kadar çok müzeyi de gezmiş midir acaba diye merak ettim. Özel müzecilik konusundaki fikirlerini beğendim. İstanbul Modern’e sataştığı satırlarda ise epeyce güldüm.
Yıllar önce Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını okurken, romanı çok uzun aralar vererek 6 ay gibi bir sürede bitirdiğimi hatırlıyorum. Okumaya 2 ay verip, bu 2 ayın sonunda romanı yeniden elime aldığımda daha sanki dün gece okumaya ara vermişim gibi okumaya devam ettiğimi, konuyu, kaldığım yeri ve hatta en son okuduğum cümleyi aynı berraklıkta hatırladığımı farketmiştim. Dostoyevskiden sonra aynı hissi bende uyandıran bir yazar da Orhan Pamuk.
Kitabı bitirince farkettim ki Orhan Pamuğun çok satan ancak zor anlaşılan bir yazar olmasından dolayı olsa gerek, Orhan Pamuk Romanlarının anlaşılması için de bir nevi rehber kitaplar çıkmış piyasaya:
1-Orhan Pamuk’u anlamak
2-Orhan Pamuk’u okumak
3-Orhan Pamuk’un edebi dünyası
4-Kara Kitap üzerine yazılar
Kara kitap benim üniversitedeyken okumayı deneyim sonunu getiremediğim bir romandı. Masumiyet müzesini bitirdikten sonra sıradaki Orhan Pamuk kitabının Kara kitap olmöasına karar verdim. Bakalım yukarıdaki rehber kitaplar olmaksızın anlamam mümkün olacak mı?
Son olarak, romanda geçen Masumiyet Müzesi ile ilgili olarak webden arayıp bulduğum bir haberin tam metnini de aşağıda kaynağı ile birlikte veriyorum:
Nobel Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un aynı isimli romanında anlatılan Masumiyet Müzesi için, Pamuk ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı arasında protokol imzalandı. Müzenin 2010 yılının ilk yarısında ziyarete açılması planlanıyor.
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un yaklaşık 10 yıldır projelendirme çalışmalarını yürüttüğü Masumiyet Müzesi’nin hayata geçirilmesi için İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nda Genel Sekreter Yılmaz Kurt ev sahipliğinde imza töreni düzenlendi. Masumiyet Vakfı adına imza törenine bizzat katılan Orhan Pamuk, müzeyle ilgili gelişmeleri aktardı.
Ocak 2010’da projelendirmesi tamamlanacak olan Çukurcuma’daki müzede yer alacak objelerin seçimi ve toplanmasına dair çalışmalar bizzat Orhan Pamuk tarafından yürütülüyor. Pamuk’un aynı isimli romanının edebi zemini üzerine kurgulanan bu özgün proje çerçevesinde, romanda yer alan 83 bölümün temel konseptlerine uygun şekilde bine yakın obje sergilenecek.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın bütün tefrişatını üstlendiği Masumiyet Müzesi’nde, 1950’den 2000 yılına kadar İstanbul kültürünü yansıtan günlük hayat eşyaları, fotoğraflar, filmler üzerinden şiirsel ve dokümanter bir temsil gerçekleştirilmiş olacak.
Bugüne kadar, romanda yer alan 750 – 800 çeşit objenin toplandığını belirten Orhan Pamuk; “Yaklaşık 10 yıldır projelendirme çalışmalarını yürüttüğüm Masumiyet Müzesi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteğiyle tamamlanıyor. İstanbul’un kültürel hayatını yansıtacak müzedeki objelerin birçoğunun toplanması çalışmaları tamamlandı. Kitabımda yer alan hayali eşyaların tasarımı için de sanatçılarla çalışmalarımız devam ediyor. Ziyaretçilerin müzedeki tüm objeleri inceleyebilmesi yaklaşık 12 saatlik bir sürede tamamlanabilecek.” dedi.
İmza törenine ev sahipliği yapan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ise şöyle konuştu; “Hem kurumsal hem de kültürel anlamda geleceğe yönelik bir miras yatırımı olarak değerlendirdiğimiz Masumiyet Müzesi’nin hayata geçirilmesine destek olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Dünyaca tanınmış yazarımız Orhan Pamuk’un bu özgün çalışmasının, İstanbul’a ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesine büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz.”
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel Miras ve Müzecilik Yönetmenliği’nin çalışmaları kapsamında Çukurcuma’da hayata geçirilecek olan Masumiyet Müzesi projesi, şehrin hala nispeten ücra bölgelerini hareketlendirmeyi, koruma bilincini bu mekânlarda canlandırmayı, modern kişisel müze fikrini şehrin en eski sokaklarına taşıması bakımından da büyük önem taşıyor.
Kaynak: http://www.gazeteport.com.tr/KULTUR_SANAT/NEWS/GP_528475
Bu mu kültür başkenti: Çivisi çıkmış istanbul
http://herseydenazaz.wordpress.com/2010/02/06/civisi-cikmis-avrupa%e2%80%99nin-baskenti-istanbul/