Bir Bayram tatilinin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz… Yarın 3 haftalık müthiş tatilimin ardından iş başı yapıyorum. İşi özledim mi? Pek değil doğrusu. Daha şimdiden, iki ay sonraki Kurban Bayramı tatilinin hayalini kurmaya başladım bile. Dün uzun zamandır göremediğim bir arkadaşımla buluştuğumuzda bana yüzüne dinginlik gelmiş dedi. Hakikaten de öyle. Dingin ve huzurluyum ve yarın sabah başlayacak olan koşturmacanın bu dinginliği alıp götürmesini de hiç istemiyorum.
Neler yaptım yazmadığım vakitlerde şöyle bir bakalım. İlk olarak “Karma Has kicked My Ass”in temasını değiştirdim. Siyah zemin üzerinde beyaz yazı renginin gözü epeyce yorduğunu uzun zamandır düşünüyordum zaten. O yüzden bu tatil iyi de bir fırsat oldu benim için. Halen css, php konusundaki internet araştırmalarım ve öğrenme sürecim devam ediyor. Neredeyse kağnı yavaşlığında öğrenmeme rağmen en azından Delfina’nın Blogu sayesinde artık nasıl header yapılacağını öğrendim. Photoscape kullanıp, photoshop gibi zor bir programı öğrenmeye debelenmekten kurtuldum.
İkinci olarak yine bir sürü film izledim. Buyrun hepsi burada…
Lake House– Başrollerinde Keanu reeves ve Sandra Bullock’un oynadığı, farklı zamanlarda yaşayan, bir posta kutusuna attıkları mektuplarla anlaşıp birbirine aşık olan bir adam ve kadının öyküsü. Çok fazla bir şey beklemeden evde bir akşam ayaklarınızı uzatıp izleyeceğiniz sizi mutlu edecek, arkasından da rahat bir uyku çekmenizi sağlayacak bir aşk filmi. Bence izleyin, hatta romantik filmleri seviyorsanız kesin izleyin.
Vavien- Datça’ya giderken bindiğimiz otobüste izledik bu filmi. Engin Günaydın ve Binnur Kaya var, Serra Yılmaz var, Settar Tanrıöğen var, Uzunca zamandır hakkında bir çok övgü duymuş ancak sinemada da evde dvdde de izleyememiştim. Bence film cidden çok hoş, çok doğal, aslında tam da bir konusu olmamakla birlikte hayattan öyle kesitler sunuyor ki sıkılmadan izliyorsunuz. Hüzünlü, komik, trajik, en önemlisi de çok gerçek… Bir sahne var…Settar Tanrıöğen sigarayı yeni bırakmış, önünden sigarasını yakarak bir adam geçiyor… bu sahne ekrana ağır çekimde yansıyor… Kötü niyetli kocasına rağmen, aşkından, sevgisinden hiçbirşey kaybetmeyen Binnur Kaya, samimiyetsiz siyasetçi tiplemesiyle Serra Yılmaz ve yaprak sarmaları. Müzikleri güzel. Görüntü yönetmeni iyi. Ben derim mutlaka izleyin.
The Way We Were- 1973 tarihli Barbara Streisand ve Robert Redford’un başrollerini paylaştığı filmde Katie ve Hubbel’ın aşk-siyaset ikileminde yürüyemeyen ilişkisini görüyoruz. Hani inatla sürdürmeye çalışırız ya bazı ilişkileri ama aslında karşılıklı olarak hırpalanmaktan öte gitmeyiz. İşte böyle bir hikayeyi anlatıyor film. Ben beğendim. Siz de mutlaka izleyin. Film hakkındaki çok güzel bir yazı için de lütfen tıklayın.
Eyvah Eyvah-Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın filmi. Pek çok sinema izleyicisi benden çok önce seyretmiş olacağı için filmin detayına girmiyorum. Sinemada gitmeye gerek olmasa da evde izlemek için gerçekten hoş bir film. Çok beklentiye gerek yok. Hafif bir film izlemek istediğiniz bir anda, yanında bol kahkaha ile birlikte sizi mutlu edecektir.
Synecdoche, New York– Synecdoche, New York izinli olduğum süre içerisinde izlediğim en ilginç filmdi. Filmin bazı replikleri bende Woody Allen hissi uyandırdı. Bir yandan da herkesin öve öve bitiremediği ama nedense benim sevemediğim Inception filminde kullanılan rüya içerisinde rüya fikrinin, oyun içerisinde oyuna dönüşmüş versiyonu gibiydi sanki. Öyleki New York’ta yaratılan bir New York oyun sahnesi, kimi zaman gerçek hayatın yerine geçti, kimi zaman hem oyuncularda hem de bizde kafa karışıklığı yarattı. İnsan, varoluş, ölüm, ölüm korkusu, ölümü yadsıma… Hepsi bir arada…. İşte bir iki alıntı ile filmin özeti…
“and so you spend your time in vague regret or vaguer hope for something good to come along. something to make you feel connected, to make you feel whole, to make you feel loved. and the truth is i’m so angry and the truth is i’m so fucking sad, and the truth is i’ve been so fucking hurt for so fucking long and for just as long have been pretending i’m ok, just to get along, just for, i don’t know why, maybe because no one wants to hear about my misery, because they have their own, and their own is too overwhelming to allow them to listen to or care about mine. well, fuck everybody. amen. ”
“I will be dying and so will you, and so will everyone here. That’s what I want to explore. We’re all hurtling towards death, yet here we are for the moment, alive. Each of us knowing we’re going to die, each of us secretly believing we won’t.”
Yahşi Batı– Cem Yılmaz’ın son filmi… Coca Cola-şerbet; mangalda kanat ızgara-Kentucky benzetmeleri komikti. Ben sevdim. Çok konuşmaya gerek de yok aslında. Cem Yılmaz’ın tarzını herkes biliyor.
Elimde uzun bir film listesi halen beni bekliyor. İzledikçe sizlerle paylaşmaya da devam…
Bir sonraki yazımda yaptığımız iki Ankara gezisinden bahsedeceğim. Ankara derken aslında civarı değil ancak Ankara içerisinde genelde sıklıkla gitmediğimiz iki yeri yazacağım. Bunlardan biri Anıtkabir, diğeri ise Gençlik Parkı.
Elimizde ise bir haftasonları ve tatil fırsatlarında kaçılacak yerler listesi var… Listeye bakmak bile beni çok heyecanlandırıyor 🙂
Şimdiden herkese güzel bir hafta dilerim….
Meraklı Kedi, ne şahane bir tatil yapmışsınız ve ne hoş filmler izlemişsiniz, imrendim. :))
Lake House, üç sene önce seyrettiğim ve o dönem bıkmadan tekrar tekrar seyrettiğim bir filmdi. İhtimaller ve zaman kayması beni çok etkilemişti. The Way We Were çook uzun zaman önce TRT’de izlediğim ve damağımda kalan buruk tadını unutamadığım bir filmdi. Yeniden izlemenin zamanı gelmiş demek ki!…
🙂
Merhaba Ekmekçikız,
Tatil gerçekten çok iyi geldi bana. Öyleki bu sabah ofise geldiğimde aaa ben işimi de özlemişim dedim. Demekki tam olarak dinlenmişim 🙂 senin sayfana da yazdım, İzlediğim pek çok filmi daha önce izlediğine göre senin bloğunu daha dikkatli okumam lazım bundan sonra 🙂