Herşey bir gün Atakule’den geçerken kafamı kaldırıp, kule bu açıdan ne kadar da değişik görünüyor dememle başladı. Bu kadar şaşırmamın sebebi doğduğumdan beri yaşadığım şehri şimdiye kadar çok da alıcı gözle süzmemiş olmam olabilir diye düşündüm. Zaten hep buradayız, istersek hep görebiliriz. Nasılsa elimizin altında, çok da bakıp görmeye etmeye gerek yok aslında.
Şimdi elimden geldiği kadar Türkiye’nin ve dünyanın başka şehirlerini görmeye, bilmeye, tarihlerini öğrenmeye çalışırken, içinde yaşadığım şehiri çok ihmal etmişim. Daha şehrin göbeğindeki Roma hamamını bile görmemişim. En son Etnoğrafya müzesine tarihini hatırlamadığım bir zamanda, belki de ilkokulda, sınıf öğretmenim tarafından götürülmüşüm.
İşte tam da bu yüzden ara ara haftasonları Ankara’yı gezip öğrenmeye karar verdim ben. Eh malum geçen hafta bayramdı o yüzden bayrama daha uygun yerlerden başlayayım dedim. O yüzden ilk ziyaret ettiğimiz yerlerden biri Gençlik Parkı oldu. Çocukluğumla ilgili en sevdiğim şeylerden biri AOÇ dondurması ise bir diğeri de Gençlik Parkıdır sanırım. Gitmesi ayrı bir zevk, oradaki bütün oyuncaklara binmesi ise sonu gelmeyen bir zevk.
Hatırladıklarım arasında dondurmacı “Şişman”, balerin ve motorsikletle duvarlara tırmanan adam var (neden bilmem ben bu adamı anneannemin alt komşusunun taksici oğlu zannederdim).
Fotoğraf : Dick Osseman
Havuzda gezen kayıklar vardı. Gerçek kayıklar, ahşap kayıklar… Sonra çay bahçeleri vardı… Çayı semaverle getirirlerdi ve bu bahçelere dışarıdan yemek getirilmesi serbestti. Bir tepsi börek ve bir kalıp kek yanına da kısır: anneannem ve bütün komşuları Gençlik Parkının çay bahçelerine kurulmuşlar Ankara’nın tek yazlık mekanının tadını çıkarıyorlar.
Gençlik Parkının gençliğini!! araştırınca pek çok internet kaynağında birbirinin aynı cümlelerle karşılaştım. Daha önce bataklıklarla kaplı bir alanmış burası. Bir bölümünde de Ay Yıldız diye bir futbol sahası varmış. Üzerine kurulduğu arazinin toplam yüzölçümü 28 hektarmış.
1923 yılından itibaren bir yandan Ulus, Kızılay, Bakanlıklar bölgesinde kamu binalarının inşaatları sürerken, bir yandan da New York’un Central Parkı ya da Londra’daki Hyde Park gibi bir park, içinde bir gölet, insanların yürüyebilecekleri dinlenecekleri bir mesire yeri yaratılmak istenmiş. Üstelik Yeni Başkent’e çoğu İstanbul’dan taşınan bürokratlar, denizi olmayan Ankara’dan feci şekilde de bunalıyorlarmış. Gençlik Parkı inşaatı 1936 yılında bozkır ve tozlu Ankara’da bir vaha yaratma amacı ile başlamış ve 1943 yılında tamamlanarak İsmet İnönü tarafından hizmete açılmış. Açıldıktan sonra devrin en ünlü sanatçılarının konserler verdiği, havuzunda sportif aktivitelerin düzenlendiği önemli bir mesire yeri haline gelmiş. 1951 yılında Ankara’ya gösteri için gelen gezici İtalyan Lunaparkının bir benzeri Gençlik Parkına da kurulmuş. 1957 yılında ise TCDD tarafından iki minyatür tren parkı ziyaret edenlerin hizmetine açılmış.
Daha sonrasında bana kalırsa Ankara’nın şehir planlarında kentin ağırlık merkezinin güneye ve batıya kaymasıyla, belki de şehirde Gençlik parkı benzeri parkların sayısının artması sebebiyle, halkın tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle, Gençlik parkı izbe, alkolik ve uyuşturucu bağımlılarının dolaştığı, tehlikeli gece girilemeyen bir yer haline gelmiş.
Bundan yaklaşık 1 sene önce yenilenerek açılan Parka gidince, lunaparka dalmadan edemedim. Sıra az olsa, Adam’ın midesi daha az bulansa, teker teker tüm aletlere binerdim 🙂 Dönmedolabın kendisi çok uyuz bir şey olsa da uzaktan bakması bile çok güzeldi. Bindiğimiz oyuncaklar en çok hızlandıklarında ya da en tepeye çıktıklarında çığlık çığlığa bağırmak süperdi. Hatta kafa üstü yerden 30 metre yukarıda beklerken şehre tersten bakmak da müthişti:)
Yenilenen Gençlik Parkı ile ilgili pek çok eleştiri var. Genel itibarı ile parkın eski halinden eser kalmadığı,tarihi dokusunun tahrip edildiği, Heykellerin ve Atatürk panosunun kaldırıldığı söyleniyor. Ben bu eleştirilerin bir kısmına katılıyorum. Yani bir yandan modernize edilirken bir yandan da insanlara eskiyi hatırlatacak bir şeyler bırakılmalıydı, tatlı tatlı nostalji kokmalıydı diye düşünüyorum. Heykellere ve eski köprüye dokunulmasaydı ya da yine ahşap sandallarla gezinti imkanı sunulsaydı bu rahatlıkla başarılabilirdi bence.
Ama havuz kenarındaki gazinoların kaldırılması büyük bir kayıp değil bence. Zira havuz kenarı yürüyüş yolu olarak ayırılınca kafeler de hemen yolun öbür yanına dizilmişler.
Bayramda kalabalıktı. Bakalım hep kalabalık kalmayı başarabilecek mi? Bindiğimiz oyuncaklardan birinin biletçisi bugün rekor kırdık dedi… Belki de sadece Bayram kalabalığıdır. Şahsen ben parkın kalabalık olmasını, sadece erkek gruplarının değil, kadın erkek karışık grupların rahatça gezinmesini isterim. Belki o zaman Sıhhiyeden aşağısı ve yukarısı arasındaki garip sınır bir parça yumuşar.
“Sıhhıye Köprüsü” sınırı benzetmesini biz de yaparız, demek bizim gibi düşünen varmış. Benim de dileğim bu sınırın “yumuşaması” ve yok olması… İmkansız bir şey mi istediğimiz?
Bence, imkansız değil aslında ama zaman alacağı kesin. Hepbirlikte göreceğiz bakalım neler olacak… Umarım hayal kırıklığına uğramayız.