Angel-A: Siyah-Beyaz, Paris, Bir Melek ve Bir Tutunamayan

Yeni yılın ikinci filmi Luc Besson’dan Angel-A. Bu filmin afişini ilk gördüğümde afişteki kadının uzun boyu ve karşısındakini itham edercesine salladığı parmağının beni ürküttüğünü söylemem gerek. Ancak geçen gün dvd satan dükkanda eski filmlere bakarken, Adam’ın zorla elime tutuşturup bunu mutlaka izlemelisin demesiyle Luc Besson’un 2005 yapımı bu siyah beyaz filmi izlenecekler listeme girmiş oldu.

Danimarkalı top model Rie Rasmussen’in (Angela) cennetten dünyaya inmiş bir meleği, Fransız komedi sanatçısı Jamel Debouze’nin (Andre) ise tipik bir tutunamayanı canlandırdığı film,  André ile Angela’nın aynı köprüde intihar etmeye kalkışması ile başlıyor.

André köprüde atlamaya hazırlanırken, bir polis arabası beliriyor. André arabadan saklanıyor, onu görüp intiharına engel olmasınlar diye. Ancak, polisler bile umursamıyorlar André’yi. Kahramanımızın uçan kuşa borcu var. Eğer gece yarısına kadar bu borçların bir kısmını kapatamazsa,  onu öbür tarafa yollamaya niyetli belalıları var. Bu kadar parayı gece yarısına kadar bulamayacağını düşündüğü için, intiharı kendisine çıkış yolu olarak buluyor.  Ancak işler planladığı gibi gitmiyor ve kendisi ile aynı anda, aynı köprüde intihar etmeye karar veren Angela’nın suya atlaması ile birlikte bırakın intihar etmeyi, Angela’nın hayatını kurtaran adam oluyor. 

Angela André’ye kendisine yaptığı iyilik karşısında kendi hayatını teklif ediyor ve bundan sonra onun yanından ayrılmayarak ne istiyorsa yapacağını söylüyor. Böylece, bizim kendine güveni kırık, bir türlü başarıyı bulamamış, tek kolu olmayan, kısa bücür ile 180 boyunda, süt gibi beyaz, sarışın güzelimiz Paris sokaklarını arşınlamaya başlıyorlar.

Angela fosur fosur sigara içiyor, sürekli yemek yemek istiyor çünkü yaşadığı yerde bunların hiç birini yapamıyor. O yüzden arayı kapatmaya çalışıyor. Tabi bu arada uzun bacakları ile bütün erkeklerin başını döndürmeyi ihmal etmiyor. Her fırsatta, André’ye dürüstlükten şaşmamasını, ne olursa olsun doğruyu söylemesini öğütlüyor, zira André her fırsatta yalan söylemekten kaçınmıyor, kendine bile. Yeşil Kart sahibi ancak pek çok adi suç işlemiş, o nedenle yardım istemek için gittiği Amerikan Büyükelçiliğinden bile kovuluyor. İşte bu kadar reddin ardından André kendini aptal, çirkin ve işe yaramaz olarak niteliyor. Angela’ya göre ise dışarıdan değil, içeriden nasıl olduğun önemli.

Birlikte gittikleri tren istasyonunda, Angela güneye giden trenleri görünce, heyecanlanıyor ve hep gitmek isterdim diyor.  André de hep güneye taşınmak isterdim diyince, Angela  soruyor peki  neden taşınmadın diye. Gelen cevap aslında bizlerin de yapmayı sürekli ertelediğimiz şeylere verdiğimiz cevap: ” Belki bir bün”. Peki neden bugün değil? Ertelemek neden?

Film her insanın kendine göre dertleri olduğunu, bu dertlerden kurtulmasının yolunun ise  kendini sevmekten geçtiği mesajını veriyor. Melek bile olsanız, dert bitmiyor. Kendine güveni olmayan insanların kolay kandırıldığını ve pohpohlandıklarında hemen teslim bayrağını çektiklerini söylüyor. Yine 10 saniye süren bir sahnede, aşık olmak ve sevgisizliği doyurmak arasında fark olduğu mesajı seyircilere iletiliyor.

Filmin en beğendiğim sahnesi ise yine köprüde geçen bir sahne oldu. İlk  borcu ödedikten sonra yürüdükleri köprüde André  dırdır etmeyi kesmeyince, Angela biraz da zor kullanarak, André’yi rahatlatmaya çalışır: “Kafanı kaldır, nefes al ve bak etrafına, bulutlar, kuşlar, hayat, nefes al, oksijen doğru kararları almana yardımcı olur. Kaçmayı kes, dur, rahatla ve nefes al. Sence Paris dünyanın en güzel şehri değil mi?” İşte bu sahne bana hiç bir zaman Angela gibi sert bir üslup kullanmadığı halde, en kasvetli ve yağmurlu bir günde bile Adam’ın gülümseyerek  ne güzel bir gün değil mi, hava mis, hadi bir nefes al deyişini hatırlattı. Melekler illaki kanatlı olmuyor demek geliyor içimden 🙂 Gayet yakınınızda, burnunuzun ucunda aldığınız nefesin kıymetini hatırlatan iki ayaklı, kanatsız bir melek illaki bulunabiliyor. 🙂  Yeter ki biz bizim olanın kıymetini bilelim ve mutluluğu sürekli olarak o an elimizde olmayanla özdeşleştirmeyelim.

Siyah beyaz çekilmesi filmi silikleştirmemiş, aksine, siyahlar, beyazlar, griler çok yakışmış, mimikler ön plana çıkarak film renklendirilmiş. Şehrin en turistik bölgelerinde yapılan çekimler, Paris’in özellikle köprülerden çekilmiş görüntüleri gerçekten de baş döndürücü güzellikte.

Çok büyük beklentiye girilmeden izlendiği takdirde, gayet eğlenceli, güzel görüntüleri olan, değişik ve hoş bir romantik komedi filmi. İzleyin, düşünün ve hayatınızda neleri değiştirebilirsiniz, sizin de etrafınızda melekler var mı bir bakın derim.

4 comments

Add Yours
  1. Epicurious

    Çok kalın tuğla gibi ve biraz bunalım olduğu için ben Tutunamayanlardan yıllardır kaçarım. Film daha rahat 🙂 90 dakikada seyrediyorsun bitiyor 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s