İstanbuldan döndüm. Yoğun bir Perşembe ve Cuma gününün ardından haftasonu geldi de geçti bile. O yüzden filmin makarasını biraz geriye sararak geçen iki haftalık ne yedim, ne izledim ve nerelerde gezdim özeti yapayım diyorum. Bakalım neler yapmışız? Sizlere neler tavsiye edebiliriz?
Geçtiğimiz haftasonu hava gerçekten de çok güzeldi Ankara’da. Pırıl pırıl bir güneş vardı tepede. Tunalı Hilmi, Kuğulu Park tıklım tıklım. Güneş pırıl pırıl tepede. Cumartesi günü seçtiğimiz mola durağı Tunalı Turunç Cafe. Konum itibarı ile Cadde ve Parkı pek de güzel izleyerek bir şeyler yiyip içebileceğiniz bir mekan.
Turunç Cafe ilk açıldığı dönemlerde çok sevdiğim bir mekan değildi ancak aradan zaman geçtikçe daha sık uğrar olduğum buraya. Tatlıları güzeldir Turunç Cafenin. Ama ben bu defa dışarda yemek yiyeceğim zaman eğer menüde varsa kaçırmadığım bir yemek söyledim: Quesedilla. Yanına da bu güneşli bahar gününe yaraşır bir bardak buz gibi bira… Elimde Elif Şafak’ın son kitabı Firarperest. Hepsini tavsiye ederim.
Size ikinci tavsiyem Kaybedenler Kulübü olacak. Bir çoklarınız belki de çoktan izledi bile. İzlemeyenlere de ben bir kez daha ısrar etmiş olayım bu vesileyle. İki kafadarın İstanbul’da 1990ların sonunda Kent FM ‘de yaptıkları radyo programının senaryolaşmış hali karşımızda. Nejat İşler ve Yiğit Özşener’in canlandırdığı Kaan ve Mete’nin hikayesi. Kimsenin okumadığı kitapları basan, motorcu Kaan ile Pub işleten, plak kolleksiyonu yapan Mete.
İlk başlarda, kimsenin dinlemediğini zannettikleri bir radyo programı yaparken, farketmeden birbirinden çok farklı ve geniş kitlelere ulaşan iki radyocu. Kaybedenler Kulübünün program saatleri dinleyiciler için günün en çok beklenen saati haline gelince hem şaşırırlar, hem de programın çizgisinde değişiklik yapmadan, şımarmadan, kendi zevkleri için yayın yapmaya devam ederler. Böyle bir program şu anda yapılsa ne olurdu? Ya da yapılabilir miydi emin değilim çünkü filmde hemen herşeyden konuşulup, tabu vs. kıvamındaki pek çok kavramla da bir güzel dalga geçiliyor.
Film son derece gerçekçi… Kaan’ın çevirmen ev arkadaşının miskin halleri, her program sonunda onları kapıda bekleyen kızlar, sıkılınca yapılan Olimpos kaçamakları, Erol Egemen, yalnızlık, bira, sigara, Metenin görmüş geçirmiş annesi, Zeynep, aşk, rutin, standart hayatlar, kalıba oturtmaya çalışmalar…
Bu arada filmin en kötü oyuncusu Ahu Türkpençe idi. Gerçekten de çok kötü oynamış bence. Ama siz ona değil diğer oyunculara odaklanın görmezden gelin derim ben.
Kariyer, okul, terfi neye yarar? Eğer gerçekten de istediğiniz hayatı yaşayamıyorsan diyor film. Hepimizin aklındaki ortak soru değil mi bu? Kalk gidelim akıllı olamıyorsan, sıkıldığın halde aynı şeyleri yapmaya devam ediyorsan, hep -meli, -malılarla yaşıyorsan.
Filmin soundtrack albümü de haftanın müzik önerisi olsun. Mutlaka edinin ve dinleyin. Her ne kadar İngilizce müzik sevsek ve rock müziğe bu dili daha çok yakıştırsak da, gece çıkılan mekanlarda özellikle bir kaç biradan sonra insanların aralara serpiştirilen damardan Türkçe şarkılarla nasılda coştuklarını bir görün. Ben çok eğlendim o sahneleri izlerken, dedim ki hepimizin ruhu biraz arabesk.
Son olarak, filmden çıkıp da iki bira içmeden durabileceğinizi sanmıyorum. Zira altın sarısı efes kadehleri filmin baş köşesinde duruyor. Ben filmden çıkar çıkmaz bir sigara yaktığım gibi kendimi Turunç cafeye attım…
Ahu Türkpençe’den iyi bir performans beklemiyordum zaten.. Yapamıyor kız ya, olmuyor..
Filmi izleyeceğim, kitabı edineceğim. 🙂
Film süper bir de daha ben de daha edinemedim ama soundtrack albüm de her evde bulunması gereken cinsten 🙂
Pınar bir de yazmayı unuttum ben de Kayıp Gül’ü aldım ancak daha okuyamadım 🙂
koydugun ilk fotografi ctesi gunu guzelce mideme indirdim. tavsiyen uzerine. bence biranin yanina cok iyi gidiyor cok sevdim.turuncu ben de cok seviyorum. aydinlik, yola bakiyorsun vs. kitabi okudum (bayilmadim ama eh iste) filme henuz gidemedim ama niyetliyim.
Beğendiğine çok sevindim 🙂 Bir dahaki sefere beraber gidelim 🙂
arkadaşlar bahsi geçen olimpos neresi?