Hafta sonunun ikinci filmi Neil Jordan imzalı 2005 yapımı Breakfast on Pluto idi. Filmi ilk kez Yekta Kopan’ın Fil Uçuşu isimli sayfasında görmüş ve bir kenara not etmiştim. Pazar günü evdeki filmlere bir göz gezdirince de haydi bakalım deneyelim diyerek oturdum seyretmeye.
Bu defa İrlanda’dayız. İrlanda’da annesi tarafından daha çok küçük bir bebekken kilise kapısına terk edilen Patrick kendisini evlatlık olarak alan bir aile tarafından büyütülüyor. Daha ilkokul çağlarında diğer erkek çocuklarından farklı olduğunu anlayan Patrick ailenin tepkilerine karşın kendinden ödün vermiyor ve eşcinselliği konusunda oldukça açık bir tavır sergiliyor. Farklılığının nedenleri bununla da bitmiyor. Algıları, hayatı ciddiye almayan ve nerede ise her an hafiften dalga geçen üslubu, hayal gücü, tabu denilen kavramı hiçbir şekilde kabul etmemesi ilk göze çarpan karakter özellikleri.
Film Kuzey İrlanda ile İngiltere arasındaki çatışmalarının yoğunlaştığı ve İrlandalıların özgürlük mücadelesinin silahlı çatışmalarla sürdüğü bir döneme denk geliyor. O nedenle filmin renkli sahneleri arasında siyaseti, saklanan silahları, bombalanan gece kulüplerini görüyoruz.
Kurguda en çok hoşuma giden şeyler biri filmin sayısı nerede ise 30’a yaklaşan bölümlerden oluşması oldu. Patrick’in hayatı bir o yöne bir bu yöne doğru savrulurken, karşısına çıkan insanlar ve yaşamının dönüm noktaları çok hoş geçişlerle verilmiş. Aslında Pedor Almadovar filmlerindeki konulara çok benzer bir konuyu işlemekle birlikte, Almadovar filmlerindeki hüznün yerini burada kara mizah almış. Bu da elimizde bir mendil gözlerimiz sulana sulana izlenecek bir filmi hafiften gülümseyerek izlememizi sağlamış. Bilindik bir konuyu bu defa farklı bir bakış açısıyla işleyen yönetmen bence başarılı.
Filmde en bayıldığım iki konu kostümler ve müzikler oldu. Birde film süresince aralarında konuşup dedikodu yapan kuşlar vardı ki pek bir şirinlerdi. Soundtrack albümünü epey aradım dün internette ancak bulamadım. Elime geçerse epeydir ihmal ettiğim her güne bir müzik serisinde yer vermek boynumun borcu oldu.
Son derece iç karartıcı konuları, ruhunuzu daraltmayacak şekilde işleyen bu duygusal filmi sizlere de tavsiye ederim.
Merhaba,
Bu filmi şans eseri geçen hafta cnbc-e de seyretme fırsatı yakaladım. Ve yazdıklarınıza katılıyorum. Filmin anlatımını çok sevdim. Bu tarz film daha var, bilmem seyrettiniz mi? Duncan Tucker’ in yönetimiyle çekilen TransAmerica filmi. Bir çok dalda da ödül kazanan bu filmi seyretmenizi şiddetle öneririm. 🙂
Saygılar,
Merhaba,
Öneriniz için çok teşekkür ederim 🙂 Hemen bakıp indiriyorum bu filmi de 🙂