Bu aralar izlediklerim.. sinema ve tiyatro…

Epeydir izlediğim çok sayıda film, izlediğim tiyatro oyunları ve  keşfettiğim yeni müzik var.. Ancak artık vakit bulamamaktan mı yoksa konsantrasyon eksikliğinden mi nedendir bilmem bir türlü yazıp da sizinle paylaşamıyorum!  Yazamadıkça birikiyor bu da garip bir huzursuzluk yaratıyor bende…. O nedenle her biri belki de ayrı ayrı yazılmayı hak eden bu cicilerin hepsini birden, daha fazla bekletmeden, kendi eleştirilerim beraberinde beğeninize sunuyorum…

Sinema

İlk film Tim Burton’ın Big Fish‘i. Masalla gerçek arasında gidip gelen ve size kendinizi iyi hissettiren, hayatta hikayelerin önemini bize hatırlatan çok güzel bir film…  Big Fish’i şimdiye kadar nasıl olup da izlemediğime şaşırırken hemen ardından izlediğim Secondhand Lions  da tarz olarak Big Fish’e çok benzer çıktı. Eğer, güzel bir pazar günü, sakin bir akşam, gün, öğleden sonra geçirmek istiyorsanız, bu iki filmden birini hiç gözünüzü kırpmadan alın izleyin derim! Her ikisi de mutluluk ve ılık  hislerle dolu bir zaman dilimi geçirmeyi garanti ediyor sizlere!

Üçüncü önerim Pleasantville! Amerikan orta sınıf muhafazakarlığını, hoşgörüsüzlüğünü çok keyifli bir şekilde eleştiren bu filmi yıllarca önce televizyonda izlemiştim. Geçenlerde Adam’la birlikte film izlemeye karar verdiğimiz bir akşam, bir filmi o, bir filmi de ben seçtim.  Pleasantville benim seçimimdi. Yeniden izlemek gerçekten de büyük keyif oldu. Bu da çok tavsiye edeceğim başka bir yapım!

Dördüncü film önerim Woody Allen’dan geliyor! Midnight in Paris’i sanırım izlemeyen kalmadı. Bence gerçekten de çok güzel bir film yapmış Woody abimiz. Ancak bugün benim size önereceğim film: Match Point. Şans, aşk, mantık, şehvet, başarı, hepsinin üzerinde sizi düşünmeye sevk eden bir film. Paris’te Bir Gece Yarısı kadar eğlenceli bir film olduğu söylenemez! Ama Woody tarzını sevenlerin beğeneceğini düşünüyorum.

Tiyatro

Bu sezon başladığından bu yana üç oyunu/müzikali izleyebildim. Bunun devamını getirebileceğimi umuyorum. Gerçekten de Tiyatro benim için kış mevsiminin olmazsa olmaz aktivitelerinden biri! Bu sezon izlediğim ilk oyun Barış oldu.

Aristofanes’in komedya olarak yazdığı oyunlardan biri olan Barış günümüz siyasetine de epeyce dokunduran bir oyun. Sonunun iyi bağlanmadığını, diyaloglar arasında kopukluklar  olduğunu düşünmekle birlikte yine de eleştirel boyutunu görmek açısından bile izlemeye değer diyorum.

İzlediğim ikinci oyun Sırça Kümes!  

Tennessee Williams hikayesinden Can Yücel’in yaptığı çeviriyi oyunlaştıran Jason Hale gerçekten çok iyi bir iş çıkarmış. Sırça kümes iki yıldır izlediğim en iyi ADT oyunuydu. Topu topu 4 karakteri olan, Büyük Buhran yıllarında  oğlu ve kızı ile birlikte yaşayan bir annenin ve evlerine misafirliğe gelen delikanlının hikayesini anlatan oyun, diyaloglar, kurgu, dekor ve oyunculuk açısından beni benden aldı.  

Bence Amanda yani anne rolündeki Meltem Keskin Bayur kesinlikle muhteşemdi. Ben çok zamandır hiç bu kadar iyi bir oyunculuk izlememiştim! Laura yani evin sessiz, içine kapanık kızı rolündeki Gülin Ersoy da, farklı hayalleri olan uzak diyarlar görmek isteyen ağabey Tom da harikaydı. Öyle ki oyunun birinci perdesinin biraz sıkılarak izlediğini itiraf eden Adam bile oyun bittiğinde çok beğendiğini söyledi. Ben zaten gözümü bile kırpamadım! Aslında sadece bu oyun için bir yazı yazmayı çok isterdim ancak eğer ben doğru zamanı bulmayı beklersem sezonun biteceğinden korktuğum için  burada hemen özetleyeyim istedim. Lütfen acele tarafından gidin ve izleyin diyorum. 

Üçüncü olarak üzerinde ahkam keseceğim gösteri bir müzikaldi. Nerede ise 2 yıldır kapalı gişe oynayan ancak benim daha yeni görebilme şansına eriştiğim Fosforlu Cevriye!  

Yaklaşık 3 saat süren bu müzikal nedense beni çok sarmadı. Sebebi gereksiz uzunluğundan mı yoksa yardımcı rollerdeki oyuncuları baş rollerden daha fazla beğenmiş olmamdan mı bilemedim. Bazı yerlerde sahneler arası geçişlerde gerçekten kopukluklar olduğunu da düşünüyorum. Dekor son derece iyiydi ancak kullanılan ses sistemi bence olması gereken kadar iyi değildi!  Özetle bu oyun beni kesmedi… 

Yeni filmlerde ve oyunlarda görüşmek ve güzel bir hafta dileğiyle!

4 comments

Add Yours
  1. hayal kahvem

    Selam, Big Fish’i bu hafta seyrettim. Bayıldım. Zaten Tim Burton’un hayalle karışık filmlerini aynen hayallere sarmaşık şiirleri gibi severim. Madem sinema, tiyatro yazmışsınız. Durun… Bir şiir ekleyivereyim:)

    “Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
    Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
    Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya’a!
    Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
    Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan…
    Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
    Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
    Ama ağlamaya başladı mı baya’ ıslanıyor insan.”

    Çok Gözlü Kız – Tim Burton

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s