Sonunda Istanbul’dayım. Alıştım mı ? Hayır alışmadım. Umarım hiç alışmam. Dilerim İstanbul’da yaşamak benim için rutin hale gelmez. Trafikten daralsam da, o yakadan bu yakaya geçmeye üşenmem. Sergiler, konserler, tiyatro oyunları ve restoranlar arasında mekik dokurum.
Geldiğimden beri çok garip rüyalar görüyorum. Sanırım hala kendimi misafir hissediyorum. Dün gece birileri biz sana şaka yaptık Ankara’ya döneceksin diyordu. Ben de nasıl yani daha bir sürü konser var benim burada gideceğim dönemem diyordum. Neyse uzun lafın kısası benim gerçekten burada olduğuma inanmam için sanırım biraz daha vakit geçmesi gerekecek. Sabahları yollara düşüp işe gitmek, şehrin koşuşturmacasına katılmak, kalan vakitlerde hem eğlenceye zaman ayırmak, hem de evi idare etmek yaşadıklarımın rüya değil de gerçek olduğuna inandırmaya yeter sanırım beni.
Elimdeki boy boy İstanbul kitaplarıyla şehri bu defa daha detayı ile gezip görmeye hazırlıyorum kendimi. Heyecanlıyım ve bir an evvel bir sürü şeyi görmek, tüm konserlere gitmek istiyorum. Ama gel gör ki bu şehir hızlı, insanı da yerinde durmuyor. Ben Kings of Convenience konseri hayalleri kurarken bir de baktım ki ben taşınana kadar bilet milet kalmamış ortalıkta.
Sütten ağzı yanıp da ayranı üfleyerek içenler misali Madonna konseri biletlerimiz çoktan hazır. Gelir gelmez gezdiğimiz iki sergiyle İstanbul’un açılışını da yapmış olduk.
Sergilerden ilki Van Gogh Alive. 10 Şubat’ta başlayan sergi 15 Mayıs’a kadar Karaköy Antrepo 3’te olacak. Bir güzel haber ise serginin 15 Ekim-30 Aralık tarihleri arasında Ankara Cer Modern’de de gezilebilecek olması.
Bu benim Antrepo 3’e ilk ziyaretimdi. Büyük ihtimalle önümüzdeki uzun bir süre sizlere hep ilk defa gittiğim yerlerden bahsedeceğim. İstanbul Modern’in hemen yanındaki Antrepo 3 deniz kenarında bir sergi salonu. Ayırt edici özelliği olmayan, yüksek tavanlı, geniş bir sergi mekanı. Serginin ilanlarını yolda nerede ise tüm tabelalarda gördüğünüz için kolaylıkla buluyorsunuz zaten.
Sergi salonundan içeri girdiğinizde önce bir karanlık karşılıyor sizi. Gözleriniz karanlığa alışmaya çalışırken bu defa fondaki müziği fark ediyorsunuz. Sonra birden onlarca perdeye yansıtılan Van Gogh’un resimleri ile karşılaşıyorsunuz. Resimlerin yanında eskizler, ressamın aldığı notlar ve aralarda sözlerinden alıntıları görüyoruz.
Ben bu sergiden çok keyif aldım. Çok güzel vakit geçirdim. hatta sanırım yaklaşık 30 dakika süren bu projeksiyon gösterisini 1,5 kez izledim. Doya doya tüm perdelere baktım, bir ara oturdum, bir sürü fotoğraf çektim. Hatta çok profesyonel bir şey olmasa da oradaki atmosferi her baktığımda hatırlayabilmek için bir de video çektim.
Sergi epeyce kalabalıktı. Biz kuyruğu tahmin ederek erken davrandığımız için hiç beklemeden içeri girdik ancak çıktığımızda kapıda hatırı sayılır bir kuyruk olduğunu gördük. Bu kuyruğun en çok hoş tarafı pek çok ailenin çocuklarını alıp gelmiş olmasıydı. Resim çekenler, yerlere oturup müziği dinlerken değişen görüntüleri izleyenler güzeldi. Benim hoşuma gitti çünkü sergi salonlarına gelende hakim olan soğuk ve mesafeli atmosfer burada yoktu. Görsellerin müzikle birleştirilmesi, ritmin ve melodinin resimlere göre değişmesi, farklılaşması da güzeldi.
Ne yalan söyleyeyim biz de sergide çocuklar gibi şendik. 🙂
Buradan keyifle ayrıldıktan sonra hemen karşısında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin ev sahipliğindeki Tophane-i Amire’deki Dali sergisine daldık. Sergi zaten güzeldi ancak Tophane-i Amire binasının kendisi de gerçekten çok görkemli bir yapı. Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi’nden öğrendiğimize göre İstanbul kuşatması sırasında topu başarı ile kullanan Fatih Sultan Mehmet tarafından yeni toplar döktürmek için inşa edilen bu yapı ardından gelen pek çok padişah tarafından da kullanılmış. Fatih’in yaptırdığı Tophane zaman içerisinde genişlemiş, yıkılmış, yeniden yapılmış ve en sn III. Selim tarafından yeniden yaptırılarak bugüne gelmiş. 1992 yılına kadar Milli Savunma Bakanlığı’na ait olan bina daha sonrasında Mimar Sinan Üniversitesine devredilerek bir kültür sanat merkezi haline getirilmiş. Ne kadar güzel edilmiş.
Gelelim sergiye. Van Gogh gibi bu sergi de epeyce kalabalıktı. Dürüst olayım kalabalıkta resimleri uzun uzun, detaylı şekilde inceleme şansımız olamadı hepsini. Hatta çok da bir şey anlamadan çıktık salondan. Arada bir rehber görür gibi olduk, hatta rehber eşliğindeki turu son resimde yakalayıp dinleyebilme şansını da bulduk. Rehberin anlattıklarını duyduktan sonra İlahi Komedya, Sürrealizmin İzleri ve Gala ile Akşam Yemeği temalarının yer aldığı sergiden çok da bir şey anlamadığımızı da anlamış olduk. Üstüne üstlük itiraf edeyim İlahi Komedyayı da hala okumadım. Siz anlayın durumun vahametini.
İşte bu yüzden arkamızdaki kuyruk nedeniyle, hızla gezmek zorunda kaldığımız sergideki eserlerin fotoğraflarını çekerek salondan ayrıldık. Ancak akşam Adam’la birlikte günün değerlendirmesini yaparken çektiğimiz fotoğrafları bilgisayar ekranında büyüterek bir kez daha inceleyince gördüğümüz detaylar karşısında gerçekten ağzımız açık kaldı. Özellikle Gala ile Akşam Yemeği bölümündeki resimlerin hepsine gerçekten de büyüteçle tek tek bakmak gerektiğini o zaman fark ettik. Şimdi bir sonraki sergiye kadar bu deli adamın resimleri hakkında daha fazla bilgi edinme zamanı.
Sayın seyirciler, İstanbul’dan ilk yayınımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Önümüzdeki günlerde büyük olasılıkla türlü şaşkınlık hikayelerimle karşınızda olacağım. Bu şaşkınlıkları türlü aktivitelerle de zenginleştirmeye uğraşacağım. Kar ve yağmura rağmen hepinize çok güzel bir hafta diliyorum.