Geçen hafta Salı günü bir toplantı için Antep’e düştü yolumuz. Güzel toplantının üzerine şehir de o kadar iyi geldi ki bize anlatamam. Antep’e ilk gitme teşebbüsümüz Ocak ayındaydı. O gün öyle bir kar yağdı ki bütün Türkiye’ye bırakın uçmayı, Atatürk Havalimanına ulaşmak mümkün olmadı. Bu defa yola çıktığımızda İstanbul’a bir bahar havası hakimdi. Sıkıntısız varacağız bu defa dedik içimizden ancak Antep’e geldiğimiz halde uçak bir türlü inişe geçmedi. Hostesler sis var diyor, oysa ki tepeden şehir ışıl ışıl görünüyor. Yarım saatten fazla bir süre şehir üstünde tur attıktan sonra sonunda havalimanına inmeyi başardık. gerçekten sis rüzgara göre bölge bölge şehri ele geçirmiş, bazı yerlerde görüş mesafesi 20-30 metreye düşmüş. Neyse gidip deliksiz bir uyku çektikten sonra sabah kalktık.
Hedefimiz toplantıdan önce gidip Zekeriya Ustanın katmeri ile kahvaltı yapmak. Ben kendime çok güvenemediğim, daha önce İstanbul’da ve Ankara’da tattığım katmerleri de pek beğenmediğim için önceden kahvaltımı yaptım otelde. Saat 8.30’da katmerciye daldık. Zekeriya Ustanın dükkanı sabah saat 5 gibi açılıp öğleden önce saat 11’de kapanıyormuş. Yani yiyecekseniz tek şansınız sabah erkenden yolunuzu oraya düşürmek. Bir de Orkide pastanesi var ancak biz Orkide’yi başka sefere bırakarak Zekeriya Usta’ya vardık. Siparişin gelmesi 20 dakika kadar sürdü. Sebebi paket sipariş sayısının çokluğu yoksa dükkanın kendisi 5-6 masa.
Sonunda Kaptan’ın katmeri geldi. Ben de bir güzel tırtıkladım kenarından. Gerçekten çok farklı nefis bir tatmış bu katmer. Tek bir porsiyonunu kendi başıma bitirebilir miydim? Sanmıyorum. İçerisinde o kadar çok fıstık var ki. Tek porsiyon aç karnına da olsa bir kişiye çok gelebilir. Yine de Antep’e gelen herkesin mutlaka bu fıstık ve kaymak bombasını mutlaka tatması lazım.
Toplantıdan çıktıktan sonra uçağa kadar kalan vakti değerlendirmek için kendimizi doğrudan Zeugma Müzesi’ne attık. Girişte müze kart geçerli, ancak kartınız yoksa sadece 8 TL ödeyip bu güzelim müzeyi gezebiliyorsunuz.
Bundan yıllar önce Antakya’daki mozaik müzesini de gezmiştim. Gerçekten de o müze de nefis bir müze idi ancak Zeugmanın yüksek tavanları ve modern müzecilik anlayışına göre tasarlanmış ortamına bayıldım. Buralara yolu düşen herkesin mutlaka Zeugma müzesini görmeden gelmemesi gerek diye düşündüm. Dünyaca ünlü Çingene Kız mozaiğini gözlerimle gördüm 🙂
Müzeden çıktıktan sonra hemen çok yakındaki Halil Usta’ya gittik öğle yemeği için. Restoran büyükçe sayılır, içeride ciddi bir yoğunluk var ancak servis hızlı, hele etlerin tadına baktıktan sonra mmmm mmmmm nidalarıyla kendinizden geçmeniz işten değil. Biz hem kuşbaşı hem de küşleme istedik. Kuzu etlerinin lokum kıvamında ağzınızda eridiğine şahitlik etmek enfes bir duygu. Et buysa bizim daha önce yediklerimiz neydi diye sorguluyor insan. Yanında gelen salata ve tırnak pideler de leziz mi leziz. Bol baharatlı sumaklı, naneli bir salata bu.
Halil Usta’dan sonra rotayı baklama alışverişine çeviriyoruz ve İmam çağdaşa gidiyoruz. Günde 4 ton baklava imal eden İmam Çağdaş sanırım Güllüoğlu ile birlikte Antepli olmayanların en çok bildikleri markalar. Bu kadar fabrikasyon üretim kaliteyi bozar mı düşüncesi aklımdan gelip geçiyor ama anlıyorum ki alakası yok. Antep’in yeni bir baklavacısı da Koçak. İmam Çağdaştan ayrılan ustalardan biri kurmuş. Ben defa şansımı İmam Çağdaştan yana kullanıp, bir sonraki sefere Koçak’a uğramaya karar veriyorum.
Alışverişi yapınca, bakırcılar çarşısında şöyle bir turluyoruz. Biraz alışveriş yapıp biraz bakınıyoruz.
Ardından bir handa oturup gerçekten de kömür ateşinde pişen kahvelerimizi içiyoruz. Kahve fincanı alev alev geliyor masaya. garson uyarıyor peçete ile tutun yanarsınız diye.
Ardından kaleye doğru yürüyüp, oradaki Kır Kahvesinde oturuyoruz. Bilgisayarlar açılıyor burada, biraz çalışıyoruz. Kahvede inanılmaz bir huzur ortamı var. Arkadan alaturka- fantazi diyebileceğim müzikler geliyor. İçimden geçiyor burası rakı içilecek bir yer olmalıydı diyorum. Çok değil üç çeşit meze, ortada yanan bir soba, yüsek bir tavan, bol muhabbet.
Bir kaç fincan çay ve kahveden sonra havaalanının yolunu tutuyoruz ve sağ sağlim İstanbul’a dönüyoruz.
Bu kısacık seyahatte, 2-3 saatte bile keşfettiklerimi görünce mutlu hissediyorum kendimi. İstanbul’da haftasonları hiçbirşey yapmaksızın evde TV ya da bilgisayar karşısında geçirdiğim zaman geliyor aklıma. Sonra diyorum ki kendime üşenme, kafanda büyütme nereye gidiyorsan al bir ucuz uçak bileti, atla git. Bekleme, zaman geçiyor. İşte bu motivasyonla dün akşam Tiflis’e bir bilet rezerve ettim. Şimdi Gürcistan hayalleri kuruyorum Mayıs sonu için. Bir ara her gün Biletix sayfasını kontrol ederdim yeni ne var diye şimdilerde ucuz uçak bileti peşindeyim 🙂 Hepinize gönlünüzce geçecek güzel bir hafta diliyorum.
Ablacık Siirt’e biraz daha yaklaşacak olursan haber ver. Hayat sana güzel ;).
Ooooo merhabalar nasılsın Rıfat? Uzun zaman geçti… Epey bir değişiklik yapmışa benziyorsun sen de. En son haberleştiğimizde sanki Balıkesir’de idin ben mi yalış hatırlıyorum? Umarım keyfin çok yerindedir.
İyilik, güzellik ablacık sen nasılsın ? Kusura bakma uzun zamandır yazmak aklımda ama internet imkanları kısıtlı bulunduğum yerde ;). Şubat tatilini ve interneti yakalayınca selam vereyim dedim ;). Balıkesir’den sonra bir Edirne serüveni geçirdim sıra geldi Siirt’e yaz sonu o da bitecek umarım.
Ben de Koçak baklavalarının hastasıyım. Kesinlikle tavsiye ederim. Hatta olsa da yesem şimdi, resmen gözüm döndü tadını hatırlayıncA! 🙂
[…] sonra Antep üzerinden İstanbul’a geri döndük. Anteple ilgili eski yazım için buraya bir tık rica ediyorum. Halfeti’de ise tekne turu yapmadan Rum Kale’yi ve sular […]