Antakya’ya yolumuz düştü. Kısa süreli bir ziyaret olacaktı, biraz da hazırlıksız yakalanmıştık. Çok araştırma da yapamadık. Yiyeceğimiz bir akşam yemeği idi öğle yemeğine vakit zaten yoktu. Bundan 10 yıl kadar önce yeme içme turizmi niyetiyle Antakya’ya gittiğimizde her akşam Harbiye’de yemek yemiştik. O zamandan bu yana Harbiye’de yediğimiz kaz başı ve humusun tadı damağımdan gitmedi. Aynı beklentiyle akşam saat 9 civarı Sveyka’ya geldik. Restora edilmiş tarihi bir konak. Girişi gerçekten etkileyici.
İçeride çok müsteri yok. Ancak bir iki masa dolu. Hafta içi olmasından kaynaklı olabilir. Garsonların ilgi alakası çoktu. Açlığında verdiği istekle bol meze söyledik.
Buzdolabı epeyce iyi soğutuyor olmalı ki mezeler buz kesmişti. Biraz ılık olsalar zevkle atıştıracağız ancak her biri o kadar soğuk ki yediğimizi değerlendirebilecek kadar tadını alamıyoruz. Sonrasında ana yemek olarak kaz başı ve vişneli kebap geliyor.
Kaz başı fena değil ancak ben vişneli kebabı yiyemedim. Hafızamdaki Antakya mutfağının gerisinde lezzetler bunlar. Yemek bittikten sonra kalkıyoruz. Nehire kadar yürüyüp, Asi kıyısındaki künefecilerden rastgele birine oturuyoruz.
Tek kelimeyle enfes. Bayıldım. Zaten uzun zamandır künefe yememiştim, kendimden geçiyorum. Yemeğin hayal kırıklığını unutuyorum.
Ertesi gün bir şeyler içmek için Özsüt’te otururken garsonlar bize Özsüt binasının eski Hatay Cumhuriyeti meclisi olduğunu söylüyorlar. Şaşırıyor ve üzülüyoruz. Meclis binasını Özsüt yapmak yerine müze yapsalar daha iyi olmaz mıydı diyoruz? Bu arada süvari adındaki çay bardağında Türk kahvesi geliyor masaya. Burada kahveyi fincan dışında bir de böyle çay bardaklarında içiyorlarmış.
Çay-kahve faslından sonra bir sonraki sefere dersimize çalışıp geleceğiz diyor ve havalimanının yolunu tutuyoruz.