Şöyle bir bakıyorum da bütün Şubat ayı boyunca nerede ise buralara hiç uğrayamadım. Ama hazır bir pazar günü yine akşam yaklaşırken uzun mu uzun bir yazı yazıp hem Şubat ayı bilançosunu çıkarmaya hem de bu aydan aklımda kalanları yazarsam nefis olur dedim. Maksat arayı kapatmak buralardan çok uzak kalmamak değil mi? Öncelikle gelelim bu ayın bilançosuna. Geçen ay yaptığım gibi yine her bir kriter üzerinden değerlendirmeleri bu defa daha uzun uzun yazdım.
1- Ruhuma iyi gelenler
- Mart sonuna kadar her ay iki kitap okunacak. OKUDUM
Bu ay da iki Kitap okumayı başardım, hatta daha fazlasını da okuyabilirdim belki ama hem sosyal programlar hem de Cuma akşamından beri yakamı bırakmayan grip biraz engel oldu. Ancak durmak yok, okumaya devam. Evde okunmayı bekleyen onlarca kitabın yanında nerede ise her hafta elimde yeni kitaplarla eve gelmeye devam ediyorum. Diyorum ki hepsinin zamanı var, bir gün okunurlar. Gelelim bu ay okuduğum ilk kitaba.
Engereğin Gözündeki Kamaşma: Zülfü Livaneli’nin okumadığım nadir kitaplarından biri idi bu kitap. Osmanlı Sarayında tahminen 4. Murattan sonra tahta geçen Deli İbrahim’in hayatından kesitler bu roman Livaneli’nin bilinen ilk romanı imiş. Beni diğer kitapları kadar çok sarmadı. Bir Mutluluk ya da Leyla’nın Evi değil bence ama bu da rahat okunan Zülfü Livaneli kitaplarından biri.
Muhteşem Yüzyıl – Teşhir-i İhtişam Sergisi: Kitabı bitirdiğim haftasonu annemlerin burada olması sebebi ile onlara değişik ve ilgilerini çekecek bir aktivite ararken Muhteşem Yüzyıl sergisi gözüme çarptı. Diziyi uzaktan, kamuoyundaki tartışmalardan takip etmiş biri olarak bu sergi ile gerçekten güzel bir pazarlama tekniği uyguladıklarını söyleyebilirim. İstanbul’dan sonra pek çok başka ülkeyi de gezecek olan sergi Türkiye’de türünün ilk örneği. Sayılarının artması ciddi bir ekonomi ve ihraç potansiyeli yaratabilir gibi görünüyor. Ben en çok misler gibi hamam kokan hamam kısmını sevdim ancak sergi annem ve babamın çok hoşuna gitti. Onlar mutlu olunca doğal olarak ben de oldum 🙂
Golem ve Cin: Okuduğum ikinci kitap Helene Wecker’ın Golem ve Cin kitabı oldu. İnsan ve doğaüstü varlıkların doğası üzerine çok sürükleyici bir hikaye anlatıyor bu roman. Çöllerden gelen bir cin ve kilden yapılmış bir kadın olan Golem’in hikayesi. Bir solukta bitireceğinize eminim.
- Ayda iki tiyatro veya bale veya opera veya konsere gidilecek. GİTTİM
Bu ay bir müzikal bir de tiyatro oyunu izledim. Her ikisine de bayıldım.
Lüküs Hayat: Yıllardır duyduğum, adını çocukluğumdan beri bildiğim belki de Türkiye’nin en ünlü müzikali Lüküs Hayat Şubat ayında üç gece üst üste Zorlu PSM’de oynadı. İlk etapta bilet alırken belki biraz nostaljik bir şey izleyeceğimi düşünmüştüm ancak sadece nostaljik değil aynı zamanda yaklaşık üç saat sürecek müthiç bir performans izleyeceğimi aklıma getirmemiştim. Haldun Dormen’in yeniden sahneye koyduğu bu nefis eseri izlemek çok büyük bir şans oldu benim için. Türkiye’de neden müzikal olmuyor diye sorup dururdum meğer varmış istenirse gerçekten ne harikalar yaratılıyrmuş hem de ne harika dekorlarla. Olurda yeniden sahnelenecek olursa mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
Üst Kattaki Terörist: Pek çok blogda okuyup da merak ettiğim bir oyundu Üst Kattaki Terörist. Emrah Serbes’in aynı isimli hikayesinden uyarlama olan bu oyun gerçekten de çok güzeldi. İzlerken kah gözlerimiz doldu kah kahkahalara boğulduk. Üst katta oturan öğrenci Kürt genci ile doğuda bir terör saldırısında kaybettiği abisinin yasını tutan ufaklık arasındaki hikayeyi anlatan oyun Karaköy’de İkinci Kat’ya oynuyor. Epeyce izbe bir sokak ve Karaköy’ün o bilindik kafe ve restoranlarının olduğu bölgeye ters bir yönde. Ben şimdi bu tiyatronun diğer oyunlarını da takibe aldım, size de bir şans vermenizi tavsiye ederim.
- Her hafta bir iyi film izlenecek- SADECE 2 FİLM İZLEYEBİLDİM.
Bu ay annemlerin burada olması benim film izleme işimi epeyce tavsattı. Akşamları ben bilgisayar karşısında çalışırken onlar TV karşısında Türk dizilerinin altını üstüne getiriyorlar. Ancak yine de iki film izledim Her ikisini de tavsiye ederim. Bakalım eneler izlemişiz.
Big Eyes: Big Eyes şimdiye kadar izlediğim en normal Tim Burton filmi. 1950-60’larda geçen bir Margaret Keane ismindeki bir ressamın hayat hikayesini anlatan film su gibi akıp gidiyor. Çok çarpıcı değil, hikayesi güzel, görüntüleri ve renkleri güzel bir pazar öğleden sonrasına çok yakışır.
The Hundred-Foot Journey: Bu aralar Hint yemek filmlerinde bir artış var gibi geliyor bana. Yakın zamanda izlediğim Lunch Box’ın ardından The Hundred-Foot Journey’i de çok beğendim ve kuzu eti yiyemeyen ben bile Hint Yemeklerine bir şans daha vermeye karar verdim. Film bir Fransız kasabasında geçen biri Fransız diğeri Hint mutfağı servis eden iki restoran ve bu restoranın sahiplerinin hikayesini anlatıyor. Bu da güzel bir pazar filmi. Eğer yemek filmlerinden hoşlanıyorsanız kaçırmayın derim.
- Mart sonuna kadar bir seyahat planlanacak- Bunu geçen ay planlamıştım zaten! 20-22 Mart’ta bir haftasonu için Kapadokya’ya gidiyoruz. Bu ara Instagramda o kadar çok Kapadokya resmi paylaşıldı ki, hücüm mu var diye düşünmekten kendimi alamadım. Biz biletlerimizi aylar evvel bir THY indiriminden almıştık. İki kişi gidiş dönüş 210 TL’ye gidip geleceğiz. Otel rezervasyonumuz da hazır tek eksiğimiz iyi bir restoran listesi.
- Haftasonlarına iş bırakılmayacak.- BIRAKMADIM! Ama hafta içi akşamları çalıştım. Bir de bu hafta Cuma akşamı epeyce istisnai oldu lakin benim elimde olan bir durum değildi.
- Haftada minimum bir blog yazısı yazılacak.– YAZAMADIM. Mart’ta daha iyi olacağım bu konuda! Söz!
2-Sağlığıma iyi gelenler
- Mart sonuna kadar haftada iki gün yürüyüş yapılacak- YAPAMADIM. Ama geçen aya göre daha iyi bir performans sergileyerek 1 kez değil 6 kez yürüdüm.
Evet yine kriteri tutturamadım ama bu defa şeytanın bacağını gerçekten kırdım. Geçen ayın değerlendirme yazısını yazdıktan sonra hayatımda özellikle iki konuyla ilgili gelişme sağlamayı çok istediğime karar vermiştim. Birincisi daha çok hareket etmek , ikincisi ise daha iyi dinlenebilmek. Ayın ilk iki haftası daha düzenli ve sakin şekilde geçtiği için kendime verdiğim bu sözü tutmak da epeyce kolay oldu. Yaptığım şey aslında çok acayip birşey de değil. Sadece evin altındaki spor salonuna inip 45 dakika- 1 saatlik bir yürüyüş yapıyor ve ardından ya duş alıp eve çıkıyor ya da sauna ve buhar odasını kullandıktan sonra evin yolunu tutuyordum. Ancak ayın 3. haftasının yarısını Ankara’da geçirince bu düzen hafiften şaşmaya başladı. 4. hafta ise yine araya seyahat girip de haftasonuna doğruda hafif bir boğaz karıncalanması gribe çevirince bu haftayı maalese pas geçmek zorunda kaldım. Bu yazdıklarımın hepsi doğru ama biliyorum ki hala bahane ediyorum. Daha iyisini yapabilirim.
Sadece bir hedef gibi düşümedim bu yürüyüşleri, çünkü görev bilinciyle yaptığımız herşey zorunluluk hissinden dolayı gerçekten de bir süre sonra can sıkıcı hale geliyor. Mesela spor salonunun soyunma odasına girdiğim anda neden bilmem beni bir acele alır. Bir an evvel giyinip kendimi oradan atmak zorunda hissederim kendimi. Aynı şekilde sporu bitirdikten sonra da duşa bir hışım girip bir hışım çıkarım normalde. Bu defa öyle yapmadım. Spor çantamı yavaş yavaş keyifle hazırladım, aşağıya da inince sanki arkamdan kovalıyorlarmış gibi davranmadım. Yürüken de, duştayken de kendimi nasıl hissettiğime odaklandım. O an ne hiisettiğime odaklanmak ne kadar keyif veren bir şeymiş bir kez daha keşfettim. Yürüdükçe, kaslarımı hissetmeyi ne kadar özlediğimi farkettim.
- Mutfak alışverişlerinde zararlı reyonlardan uzak durulacak.- Uzak durdum
- Alkol tüketilecekse eğer iki kadeh şarap sınırı aşılmayacak.- Yine aştım Evet alkol sınırını aşarken bakın nerelerde gezdim 🙂
Anadolu Break: Arkadaşlarımdan birinin yaklaşık bir ay süren Tayland-Kamboçya ziyaretinin ardından İstanbul’a döndüğü akşam yemek yemek için gittiğimiz Mama Shelter’da tesadüfen bir partiye denk geldik ve !f istanbul – Bağımsız Film Festivali’nde ilk kez gösterimi yapılan Anadolu Break isimli belgesel film için RedBul’un verdiği partide bulduk kendimizi. Aşağıda R&B ve Anadolu ritimlerinin halayların, horonların, zeybeklerin nasıl bir araya geldiğini izleyebilirisiniz. Söylemeden de geçmek istemem. Mama Shelter’da hem içkiler hem yemekler hayal kırıklığı!
North by Levent Özçelik: Bu ay gittiğimiz ikinci parti Karaköy’deki Gradiva Oteldeydi. Viskinin su gibi aktığı geceden biz de payımıza düşeni aldık! Partinin adı North by Levent Özçelik… Gerçekten de kuzey, kar ve beyaz çok güzel değil mi? Kim istemez, İzlandayı, Kutupları, Alaska’yı görmek? ben bu projede çalışan arkadaşları çok çok kıskandım. Lapland’e gitmek, iglo evlerde kalmak, husky’lerin çektiği kızaklarda kaymak…. Bu aralar bir yarım tropik bir iklimde ayaklarımı açık mavi sulara sokmak isterken, diğer bir yarım da kutuplarda olmak istiyor… Bu ne çelişki ben de bilemedim.
Bu kadar alkol ortamının orta yerinde bir de keyifli öğleden sonra rakısı içtik ki bu ay tadı hala damağımda! Boğazda kahvaltı ettiğimiz bir pazar günü, hafif bir yürüyüşten sonra ani bir fikirle rakı sofrasına oturmaya karar verdik! Ardından Kuruçeşmeden bir motora binerek karşıya geçtik ve kendimizi Çengelköy’deki Villa Bosphorus‘ta bulduk. Ben İstanbul’a taşındığımdan bu yana bu kadar keyifli bir yerde oturduğumu, yediğimi, içtiğimi bilmiyorum! O gün öyle güzel bir hava vardı ki, keyiften dört köşe olup, içimden binlerce kere şükrettim beni İstanbul’a getiren iş ilanına, bu şehirde edindiğim yeni arkadaşlara! İstanbul’daki üçüncü yılımı tamamladığım şu günlerde bu şehirle aramdaki bağın hiç bir zaman kopmamasını diliyorum.
- Televizyonda yemek kanalları izlemekten kaçınılacak.- İZLEMEDİM.- Hatta Instagramda bile takipettiğim yemek paylaşan hesapları takip etmeyi bıraktım, sadece eş dostu insanlar kaldı.
- Uyku düzeni yeniden oluşturulmaya çalışılacak gece 12’den sonra yatmaktan kaçınılacak.– BU AY DAHA İYİ UYUDUM! Bu ay uyku konusunda çok ilerleme kaydettim! Saat 12.00 gibi yatmayı becerdim.
3-Cüzdanıma iyi gelenler
- Sabahları işe giderken taksiye binme huyundan vazgeçilecek– BİNMEDİM Hatta Taksiye binmediğim için otomatik olarak günlük hareket miktarım da arttı. Telefonumdaki fit uygulaması spora gitmediğim günlerde bile günde 1 saat yürüyüş limitini doldurduğumu söyleyip beni sevindirdi.
- Mart sonuna kadar alışveriş yasağı uygulanacak- ALMADIM
- Her ay bütçenin sabit bir kısmı bir kenara ayırılacak ve o meblağ yok sayılarak harcamalar buna göre düzenlenecek- AYIRDIM
- Mart sonuna kadar eve dışarıdan yemek söylenmeyecek- SÖYLEMEDİM. Aferin bana 🙂
İşte yazamadığım zamanları da hafiften toparlamaya çalışan bir Şubat değerlendirmesi sonunda bitti. Buraya kadar okuyabildi iseniz ayrıca teşekkürler.
Bugün Mart’ın ilk günü idi. Şunun şurasında bahar geldi bile… Koca yılın iki ayını daha yedik işte… Herkese nefis bir ay ve sendromsuz Pazartesiler diliyorum…
Ne güzel yazmışsın, İstanbul’la bağımın hiç kopmamasını diliyorum diye. Ben de Ankara’dan geleli 21 yıl oldu, neredeyse her gün şükredip aynı şeyi diliyorum. Şehri kötüleyip köye falan yerleşme hayali kurmanın moda olduğu bu günlerde bunları duymak ne güzel. Baharda Anadolu yakasına daha sık bekleriz, çiçekler açtı, her yer o kadar güzel ki…
Merhaba Işın,
Ne kadar mutlu oldum ben de İstanbul’dan gitmek istemeyen başka birini bulduğuma 🙂 İnanır mısın benim de etrafımdaki herkes kaçıp gitmek istiyor. Anadolu yakasına daha sık geleceğim. Huzuru, sessizliği ve yeşilliği bambaşka, hele Şişli- Levent güzergahından sonra:)
Hayranlıkla izliyorum. Sonuçları merak ediyorum.40 yaş önemli dönemeçlerden.
Çirkin bir şehirle kopartılan bağlar güzel dostluklarla da bağı kopartmasa keşke… Ankara… Çirkin şehrin güzel insanları… İstanbul o kadar güzel ki bunu bile unutturuyor insana demek ki…