Yeni Filmler, Diziler, Tarifler ve diğerleri

Mart’ın gelişiyle birlikte işler hem hızlanmaya başladı, hem de bana 6 haftadır arkadaşlık eden moon walker botundan kurtuldum. Dün ilk defa normal bir ayakkabı ile yürümeye başladığımda adım atmanın ne kadar heyecan verici bir şey olduğunu sanırım ilk defa bilinçli olarak hissettim. Merdiven gördüğümde nasıl ineceğim diye düşünüp panikledim.  Yine tek tek indim ama önümüzdeki günlerde daha cesaretli adımlar atacağımı umuyorum. Haftaya doktor randevum var. Bu randevuda yola fizik tedavi ile devam edip edemeyeceğim belli olacak. Başka bir ihtimali aklıma bile getirmek istemiyorum. Bu arada benim gibi uzun zamandır Camper’a düşmeyenlerdenseniz bir ara uğrayın derim. Hem ayak sağlığına dikkat ettikleri kadar artık estetiğe de önem veriyor gibi görünüyorlar.

İş durumu deseniz çok değişen bir şey yok. Tempo baharla birlikte artmaya devam ediyor. Okunacak tonlarca doküman, proje taslakları, toplantılar, emailler bütün günümü meşgul etmeye devam ediyor. Aradaki 3 günlük Londra seyahatinde toplantılardan çok keyif alamasamda bir akşam yemeği ve gittiğimiz bir müzikal bu seyahati anlamlı kıldı. O zaman bu arada neler keşfettim neleri çok sevdim anlatmaya başlayalım.

Londra keşifleri:

Londra’ya en son 2014’te gitmiştim. Bu seyahatte pek çok güzel restoranı denediğimiz halde tadı damağımda kalan Barrafina’ya gitmeyi bu seyahatten önce zaten kafaya koymuştum. Her daim kapısında sıra olduğu için bu defa akşam servisinin açıldığı anda kapısında olmayı planladık. Bir kısmı daha önce denediğim lezzetler olmak üzere, yine deneyebildiğimiz kadar farklı tadı denemeye çalıştık. Yolunuz Londra’ya düşerse bir yemeğinizi burada yemeye çalışın.

Desktop7Böyle güzel bir yemeğin ardından adet olduğu üzere  daha önce görmediğimiz bir müzikali izlemek üzere tiyatroya doğru yola çıktık. Bu arada Londra’da bu defa neredeyse her yere giderken Uber kullandık ve son derece memnun kaldık. Taksiden daha ucuz olmasının yanı sıra arabalar da taksilerden çok daha konforlu ve rahat. O kadar ki döndükten sonra Istanbul’da da Uber’i daha çok kullanır oldum. Şimdiye kadar hiç bir negatif durumla da karşılaşmadım.

Gelelim müzikale… Şimdiye kadar pek çok müzikal izledim ama sanırım Kinky Boots, We Will Rock You’dan sonra bayılarak, çok eğlenerek izlediğim  ikinci müzikal oldu. Performanslar, dekor, oyuncuların enerjisi herşeyi ile gönlüme taht kurdu. O yüzden Londra’ya yolunuz düştüğünde Kinky Boots’u izlemeden gelmeyin derim. Harika bir akşam geçireceğinize eminim. Aşağıda tanıtım videosu epeyce ipucu verebilir.

Diziler:

Bu ara bizim evde bir dizi furyası var. Netflix’de Türkiye’ye geldiğinden bu yana bu neymiş bakalım diye oturduğum dizileri mevcut sezonlarını bitirmeden bırakmıyorum. İki tane çok eğlenceli dizi tavsiyem olacak.

İlki Mozart in the Jungle. New York Senfoni Orkestrasının şefi Thomas emekli olurken yerine  farklı tarzda, yakışıklı, uzun saçlı, Latin Amerikalı yeni şef Rodrigo gelir ve olaylar gelişir. Hem eğlenceli bir dizi izleyeyim hem de klasik müziğe doyayım diyorsanız bu dizi sizin diziniz. Her bölüm 25 dakika. Su gibi akıyor, tabiri caizse çekirdek gibi çıtır çıtır gidiyor.

İkinci dizi UnBreakable Kimmy Schmidt. Bu da bir komedi dizisi. Moral motivasyon arayanlar için birebir. Bir papaz tarafından kandırılarak toplam 15 yıl yer altın da bir sığınakta hapsedilen dört kadın sonunda polis tarafından bulunur ve kurtarılırlar. Kurtulan kadınlardan biri olan Kimmy yaşadıkları kasabada kalmak istemez ve New York’ta kendine bir hayat kurmaya karar verir, sonrasında yine olaylar gelişir. Bu dizi de 25 dakika, çıtır çıtır, ne olduğunu anlamadan başlıyor ve bitiyor.

Filmler:

Bu ara izlediğimiz filmlerden ilki Pride. Film İngiltere’de Thatcher döneminde geçiyor ve gerçek bir hikayeden esinlenerek senoryalaştırılmış. Thatcher maden ocaklarını kapatmaya karar verince greve başlayan madencilerin yardımına koşan Gay ve Lezbiyenlerin hikayesi.  Maalesef o dönemde Thatcher madencilerin grevini kırmayı başarmış ama o dönemde olağan koşullarda bir araya gelmesi zor olan iki grubun birbirine verdiği destek gerçekten çok umut dolu.

İkincisi Snowpiercer. Tamamen ütopik ama çok güzel göndermeleri olan bir film. Dünya küresel ısınmanın ardından yeni bir buzul çağına giriyor ve dünyada hayatta kalan insanlar bir trene yerleşiyorlar. İnsanların hayatta kalabilmesi trenin hiç durmadan yoluna devam etmesine bağlı. Seyahat eden yolcular ise sınıflara göre ayrılmış vaziyette. En öndekiler ve arkadakiler! Daha fazla detay vermek istemiyorum. Gelir dağılımı, adalet, güç  dengeleri üzerine güzel bir film.

Lezzetler:

İki tarifim var bu hafta size… Kış yavaş yavaş bitip de bahar gelirken kış sebzeleri ile yapılabilecek tarifler ama not etmekte fayda var.

Karnabahar Pizza: 

Karnabahar hep kıymalı yemeği ya da kızartması ile bildiğim bir yemekti şimdiye kadar. Bu aralar Pinterest’te düşük karbonhidratlı tarifler ararken karşıma çıkan en leziz görüntülü şey karnabahar pizzası olunca denemek farz oldu. Tek bir tarifi uygulamak yerine pek çok farklı tarifi okuyup bana en makul gelen tarifi uyguladım. Sonuç aşağıda.

Karnabaharları yıkadıktan sonra ufak parcalara bölüp mutfak robotunda minik taneler haline getirdim. Sonra üzerine bir çay bardağı su ilave edip yaklaşık 10-15 dakika kavurdum ve soğumaya bıraktım. Soğuduktan sonra temiz bir mutfak bezinin icinde karnabaharları sıkarak suyunu çıkardım. Sonra bir karıştırma kabında karnabahar, rendelenmiş İzmir tulum peyniri ve bir yumurtayı karıştırdım. Yağlı kağıt serdiğim bir tepside elimle şekil vererek yuvarlak bir pizza tabanı yaptım. Yanmaması için kenarlarını daha kalın bıraktım. Bu pizza tabanını 200 derecede 20 dakika pişirdim. Biraz yanık oldu o yüzden bir dahaki sefere 180 derecede pişireceğim.  Fırından çıkan pizza tabanına  evde yapılmış domates sosu, sarımsak ve kekikle hazırladığım sosu sürdüm. Üzerine rende peynir, sucuk, biber ve mantar koydum. Peynirler eriyene kadar 180 derecede pişirdim. Sonuç aşağıdaki görüntü.

IMG_20160220_192426

Kereviz Püresi:

Et yemeklerinin yanında en sevdiğim şeylerden biri patates püresi ama karbonhidrattan kaçındığınız bir dönemde bol nişastalı patates mutfağa sokulmayan bir sebze haline dönüşüyor. Akşam yemeğinde ızgara somon balığı yapmaya karar verince dedim ki kereviz püresini denemenin tam zamanı.

Kerevizleri soyup, dilimledim. Sonra bunları üzerine et suyu ilavesi ile haşladım ve içindeki fazla suyu süzdüm. Sonrasında  blender yardımıyla püre haline getirdim. Tereyağı koyduğum bir tencereye önce kerevizleri aktardım, sonra üzerine süt ilave ederek koyulaştırdım,  ardından kaşar peynirini de ekledim. Tuz koymadım ama karabiber attım. Atını kapattıktan sonra da içine ince ince doğranmış yeşil soğanları ilave edip bir güzel karıştırdım. Patatesi aratmayan ama et yemeklerinin yanında gözünüzün ve damağınızın aradığı güzel bir yan lezzet oldu, çok sevdim.

IMG_20160228_204133

Benden şimdilik haberler böyle. Arayı çok uzatmadan yine yeni keşiflerle burada olmak dileğiyle. Herkese iyi haftalar…

1 comment

Add Yours

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s