Browse by:

Yeni Filmler, Diziler, Tarifler ve diğerleri

Mart’ın gelişiyle birlikte işler hem hızlanmaya başladı, hem de bana 6 haftadır arkadaşlık eden moon walker botundan kurtuldum. Dün ilk defa normal bir ayakkabı ile yürümeye başladığımda adım atmanın ne kadar heyecan verici bir şey olduğunu sanırım ilk defa bilinçli olarak hissettim. Merdiven gördüğümde nasıl ineceğim diye düşünüp panikledim.  Yine tek tek indim ama önümüzdeki…

Don’t take it for granted- Atlas ve diğer şeyler…

Hayatta sahip olduğumuz herşeyi çok normal ve zaten sahip olmamız gereken şeylermiş gibi algılamak en büyük hatamız oluyor bazen. Mesela, seyahat etmek benim için hem iş hem de zevk için son derece elzem. Öyleki her iki türlüsü de çoğu zaman yaşadığımı daha çok hissetmemi sağlıyor. Hızlı hareket etmek, kriz anında hızlı karar verebilmek, önemli gelişmelerden dolayı…

40 Yaş Projesi 4: Şubat Ayı Bilançosu

Şöyle bir bakıyorum da bütün Şubat ayı boyunca nerede ise buralara hiç uğrayamadım. Ama hazır bir pazar günü yine akşam yaklaşırken uzun mu uzun bir yazı yazıp hem Şubat ayı bilançosunu çıkarmaya hem de bu aydan aklımda kalanları yazarsam nefis olur dedim. Maksat arayı kapatmak buralardan çok uzak kalmamak değil mi? Öncelikle gelelim bu ayın…

Bir Cumartesi gününün hikayesi… Ministry of Coffee, Biella, Muji, Kantin, Whiplash, The Theory of Everything

Bazı sabahlar çok ama çok enerjik uyanırken bazı sabahlar nedense sürüne sürüne banyonun yolunu bulup ancak duşta sıcak su saçlarımdan aşağı süzülmeye başladığında ayılabiliyorum. Hatta daha sonrasında da kahvaltı etmeden canım evden dışarı adım atmak istemiyor… Cumartesi günü keyifle uyanıp, enerji patlamasıyla yataktan kalkınca ilk iş duş yapıp üstümü giyip kendimi dışarı atıverdim. Uzun zamandır…

Adolf, The Book Thief ve The Boy in the Striped Pajamas

Ocak ayının son haftasına geldik bile, bir yandan yeni yıl hedefleri peşinde elimden geldiği kadar aldığım kararlara uygun bir hayat yaşamaya çalışırken, iş tıpkı geçen yıl bu zamanlarda olduğu gibi bastıkdıkça bastırıyor. Kendimi takip ettiğim çizelgelerde durumum kimi konularda epeyce iyiyken bazı konularda pek de becerikli olamadığımı görüyorum. Bir sürü şeyi aynı anda değiştirmeye çalışınca…

Yeni bir ev, yeni bir hayat: Daha çok çalışmam, yemekler yapmam, okumam, izlemem, görmem lazım

Seyahat yazıları yazmayı iki sebepten dolayı çok seviyorum. Birincisi belki benden sonra aynı yerlere gidecek olanlara bir faydam dokunur düşüncesi. İkincisi gördüklerimi, denediklerimi yediklerimi ve hissettiklerimi unutmama isteği. Ama çok uzun uzun seyahat yazınca da aslında sanki görev bilinciyle yazıyormuşum gibi bir havaya bürünüyorum galiba. Planlı şekilde 1,2,3,4 diye giden gezi notları hem iyi hem…

Filmler: Pitch Perfect, Sleepwalk with me, Mr. Nobody + Gossip Girl

Yıl sonu yaklaşırken bütün bloglarda bir yeni yıl muhasebesi var. O kadar zaman yazamadığım şeyler  oldu ki ben bir değil 5-10 yazı yazmak istiyorum bu son bir iki günde. Bir nevi günah çıkarmak gibi. Nereden başlayayım diye düşünürken izlediğim filmlerden başlayayım istedim. Şimdi eğri oturup doğru konuşayım. Bu yıl hiç film izleyemedim. Hem vakit yetmiyor…

“All God does is watch us and kill us when we get boring. We must never, ever be boring.”

Bugünüm boş boş ve internette bir oraya bir buraya savrularak geçti. Dişarıda tüm gün deli gibi yağmur yağarken, ben kanepede kah Pia ile didişerek kah haftasonu gezilerine, konser biletlerine bakarak mayıştım. Hani bazı zamanlar olur ya bir sürü şey yapmak istersin ama nereden başayacağını bilemediğin için yerinden kıpırdayasın gelmez. Yeni bir kitaba başlamak istiyorum ama…

“Blues is like apples. You need to get one everyday”

Back to blog! Bir cümle lazım bana başlamak için. Bir fincan kahve üstümde bir miskinlik. Kafamda yapılacak işler listesi. Ama başlamak lazim bir yerden. Belki de bir günden.    Öyle çok zaman geçti aradan, sıralayamadan, ama yuvarlanaraktan. Bazen bunalıp hiç plan yapamadan sadece günü kurtararaktan. Şimdi yazmazsam bir daha hiç yazamayacak gibi bir cümle lazım…

I love Mondays…

Sabahın köründe kalkıp bir kahve suyu koyup üstüne kaynamasını bile bekleyemeden kendimi dışarı attım bu sabah. Hedef doğruca Koşuyolu pazarıydı. Pazar  daha yeni yeni kuruluyor, kimi tezgahlar doluyken kimileri kasalardaki meyve sebzelerin yerleşmesini bekliyordu. Bizim pazarımız zaten çok sevimli bir pazar. hani pazar sevmeyenlerin bile bayılacağı cinsten, temiz, pak, sessiz. Hızlı hızlı dolaştım, çok oyalanmadan…