1997 yılından bu yana yurtdışı seyahatlerimin tamamında Avrupa ülkelerine gitti. Bu seyahatlerin bir kısmı iş için iken bir kısmı da tatil amaçlı oldu. Bu defa bir iş seyahati için de olsa ilk defa Avrupa kıtası dışında bir ülkeye seyahat ettim. Benim çok ilgimi çeken bir yer olduğu söylenemez Kuveyt’in. Çünkü, söz konusu Ortadoğu olduğunda benim gitmek isteyeceğim ülkeler belli idi aslında. Yıllardır Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan bir gezi benim hayallerimi süslemekle birlikte en azından bölgeye adımımı atmam açısından bile Kuveyt’e gitmek iyi oldu.
Gitmeden önce aklıma gelen ilk soru ben Kuveyt’te ne giyerim olmuştu. Üstüne bir de internetten havaların 43 ila 45 derece arasında değiştiğini duyunca Ankara’nın güneyine Temmuz Ağustos aylarında uğramamayı tercih eden biri olduğum için epeyce telaşlandım. Google’da Kuveyt’te ne giyilir diye araştırdıktan sonra gidip her ihtimale karşı diz boyunun altında bir etek, bir de vücut hatlarını belli etmeyen bir elbise aldım.
Türk Hava Yollarının Kuveyt’e günde bir seferi bulunuyor. Ankara’dan direkt uçuşu ise bulunmuyor. İşte o yüzden Salı akşamı saat 19. 00 uçağı ile önce İstanbul’a, 21.45 uçağıyla da Kuveyt’e uçtuk. Gece indiğimizde saat nerede ise ikiye geliyordu. Resmi bir seyahat olmasına karşın, pasaport işlemlerinin tamamlanması nerede ise 1 saatten uzun sürdü. Pasaportlarımızın ilgili sayfalarının fotokopisinin çekilmesinin yanı sıra, belli sayfalarının Arapça tercümesinin de yapılması sanırım bu işi bu kadar uzattı. Güvenlik tabi önemli, temkinli olmak da öyle ancak bu derece bir abartıya gerek var mıydı bilemiyorum doğrusu. Ama, havaalanından otele vardığımızda bizi karşılayan otel görevlilerinin ikram ettikleri taze meyve suları nefisti. Normalde portakal, elma, havuç suyuna alışkın olunca, mango, kivi, çilek suları benim başımı döndürdü. Benim gönlümdeki şampiyon mango suyu ama biraz buz eklenmiş hali ile.
Sabah kalkınca odamın penceresinden dışarı baktım. Karşıda devam eden bir köprü inşaatı, boz bir şehir ve bulanık bir gökyüzü. Kahvaltıdan sonra dışarı çıkmamızla birlikte sıcak bir rüzgar yüzümüze çarptı. Daha saat 9 bile olmadığı halde Ağustos ayındaki Ankara kadar sıcaktı.
Ancak dışarı çıkınca kıyafet konusunda çok da fazla endişelenmemize gerek olmadığını da gördüm. Kuveytli kadınları tek tip olarak nitelemek zor. Çarşaflı hatta peçeli gezenler dahi olmakla birlikte, batı standardında giyinen kadınlar da var. Zaten yabancılar için daha farklı yönde bir esneklik olduğu da belli. Kaldığımız otelde iki gün üst üste yapılan düğünlerden çıkan kadınların kıyafetlerini ve özellikle de ayakkabılarını inceledikten sonra Kuveytli kadınların oldukça süse düşkün olduklarını, makyaja bayıldıklarını ve zaman zaman bu bakımlılık durumunu rüküşlüğe kadar vardırabileceklerini söyleyebilirim. Özellikle otelde gördüğüm gömleğinin kollarındaki zebra deseni ile ayakkabılarındaki zebra desenini uyduran kadın karşısında şaşırdım kaldım mesela. Kadınları trafikte yaygınlıkla görmek de mümkün. Nerede ise üç arabadan birinin içerisinde kadın sürücüler var. Ancak bir erkeğin dört kadınla evlenmesi hala mümkün.
Kuveytin nüfusu 3,5 milyon. Söylendiğine göre bunun 1,5 milyonu Kuveytli, 2 milyonu ise yabancı imiş. Yabancı nüfusun çoğunluğunu genel olarak, Endonezyalı, Filipinli, Pakistanlı, Hindistanlılar oluşturuyormuş. Kuveytlilerin büyük bir çoğunluğu devlet sektöründe çalışırken aynı zamanda da maddi açıdan her hangi bir sıkıntıları bulunmayıp, gayet ferah ve rahat hayatlarını sürdürüyorlarmış. En alt düzeydeki memur maaşı 7,500 TL civarında imiş. Filipinli, Pakistanlı, Hindistanlı yabancı nüfus hizmet sektöründe ikinci, üçüncü sınıf işlerde çalışıp, bir anlamda Kuveytlilere hizmet ediyorlarmış. Özellikle zengin Kuveytlilerin evlerinde, emirlerinde çalışan yabancıların hayat şartlarının çok kötü olduğu söyleniyor. O kadar ki, evdeki hizmetçileri artıklarla beslemek, yatacak yer vermeden mutfakta bir köşede kıvrılıp uyumasını beklemek sıradan şeylermiş. İşte bu yüzden Endonezya hükümeti vatandaşlarının Kuveyt’e çalışmak için gelip hizmetçilik yapmalarını yasaklamış. Şu anda 300 kadar hizmetçi çalıştığı evden kötü muamele nedeniyle kaçarak Filipinler Büyükelçiliğine sığınmış. Hizmetçi intiharları da oldukça sık rastlanan bir vakalarmış.
Ben Kuveyt’i büyük bir inşaat şantiyesine benzettim. Yeni yapılan çok sayıda gökdelen mevcut. Saddam’ın saldırısından sonra yaşadıkları travma ve acaba yeniden işgal eder mi korkusu yüzünden uzunca bir süre ülkenin yeniden imarı konusunu ertelemişler. Saddam öldükten sonra başlayan inşaatlar ise bugün hala devam ediyor. Şehrin bir bölgesinde gökdelenlerin hızla yükseldiğini, çeşitli yerlerinde ise büyük alışveriş merkezlerinin yapıldığı görülüyor. Kuveytliler için en büyük eğlencenin birlikte oturup yiyip, içmek, ve alışveriş yapmak olduğunu öğreniyoruz. Bu yüzden marka giyinmek onlar açısından büyük önem taşıyor eh bu da büyük alışveriş merkezlerini ve büyük markaları zorunlu kılıyor. Bütün bunların dışında her ne kadar inşaat hali devam etse de, şehir planlamasını çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. 3,5 milyon nüfus için son derece geniş yollar, sahilde palmiyelerle ağaçlandırılmış yürüme parkurları var. Büyükelçilikler için, devlet binaları için özel olarak yapılmış kompleksler bulunuyor. Örneğin Türk Büyükelçiliği şehrin ayrı bir bölgesinde, diğer ülkelere ait 12 büyükelçilikle birlikte güvenliği bulunan bir bölgede yer alıyor. Amerikan Büyükelçiliği nerede diye sorduğumda Meclis binasının yanında cevabını alıyorum!
Yemeklere gelince, Kuveytliler az ve öz yemek yerine çok miktarda ve çok çeşitte yemeği sofralarında görmek istiyorlar. Öğle yemeklerinden birini Kuwait Towers’ın tepesindeki restoranda, diğerini ise kaldığımız otelin restoranında yedik.
Denize kıyısı olan bir şehir olmasının da etkisiyle, iki gün boyunca karidesin hemen her türlüsünü ikram ettiler. Füme somonun yanında sushi bile vardı sofralarda ancak sushilerin hindistan cevizine batırılmış olması hayal kırıklığıydı. Körfez bölgesinin balığı olan Hammour balığını ben çok beğendim. Hatta öyle ki sofraya getirdikleri bin çeşit karmakarışık yemek yerine bize sadece bir ızgara balık yanına bir salata verselerdi çok daha anlamlı olurdu gibi geldi.
Klasik olarak her öğünde önümüze gelen, humus, tabule, içli köfte, minik muska börekler ve farklı çeşitte, ızgara yapılmış, kızartılmış, kavrulmuş etlerin yanında ravioli ikram ettiklerini bile hatırlıyorum. Bu meze ve diğer yemek ikramları esnasında beni en çok şaşırtan şey ise zeytinyağlı yaprak sarmalarının başarısı idi. Gerçekten de gayet lezzetli yaprak sarmaları yedik orada.
Bu tarz daha lüks kıvamdaki restoranların yanı sıra şehirde Hard Rock Cafe, KFC, TGI Fridays ve bolca Mc Donalds bulunduğunu da söylemek lazım. Özellikle trafikte gördüğümüz Amerikan arabalarının sayısındaki çokluğun yanına bir de bu fast food zincirlerini ve kocaman alışveriş merkezlerini ekleyince Amerikan etkisinin varlığı gözle görülür hale geliyor.
Toplantı ve yemeklerden kalan vakitlerimi, Arap televizyonlarını izleyerek geçirdim. Televizyonun müzik kanallarında izlediğim video kliplerde dikkatimi çeken bir şey oldu: klip sona erdikten sonra tıpkı filmlerde olduğu gibi klibin cast’ını yayınlıyorlar. Yani böylece bir video klipte sadece klibin yönetmenini değil, ama aynı zamanda ışıkçısından, kostümcüsüne herkesin adını televizyon ekranında görebiliyoruz. Bu bana çok hoş bir uygulama gibi geldi.
Tabi bu arada bir akşam Kuveyt çarşısına uğrayıp Türkiye’ye getirmek için hurma almayı da ihmal etmedik. Hurmalarımızı aldıktan sonra bölgeye has parfüm satan mağazalara, tespihçilere de girdik. Parfümerilerin yanında parfüm esanslı yağ yakarak evlere hoş koku vermek için kullanılan kandillerin satıldığı mağazaların vitrinleri de çok ihtişamlıydı. Tespihler rengarenkti. Akik, ametist, sedef, yeşim, kuvars taşlarından yapılmış rengarenk tespihler iplere dizilmiş alıcıları bekliyordu.
Körfezde petrol kuyularının bulunduğu ilk ülke olan Kuveyt , bölgedeki Arap ülkelerinin en eski zengini olarak biliniyor. Arap dünyasının kendi arasında kullandığı bir aforizmaya göre ise Kuveyt’in Arap dünyasının geçmişi, Birleşik Arap Emirliklerinin bugünü, Katar’ın ise geleceği olduğu söyleniyor. İşte bu söylem Kuveytlileri çok kızdırıyor ve yeniden eski günlere dönme özlemini kamçılıyormuş.
İşte gördüğüm ilk Arap ülkesi ile ilgili izlenimler bu kadar. Bölgeye tercihen Mart ayından sonra gidilmemesini tavsiye ediyorum. Aksi takdirde bizim gibi aşırı sıcaklara tahammül etmek zorunda kalırsınız. Umarım bunun devamı getirebilirim ve en kısa zamanda bu defa tatil için Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı da görebilirim.