Serinin ilk yazısında da belirttiğim gibi Ayvalık yazılarımızda temel kaynaklarımız kendisi de bir Ayvalıklı olan Ahmet Yorulmaz’ın kitapları olacak. Yazarın Ayvalık’ı Gezerken isimli kitabında Ayvalık’ın isminin kaynağı net olarak belirtilmemekle birlikte üç ihtimalden bahsediliyor. Yazar bu bilgileri V. Koukounara’nın “Eolya’nın Başkenti Ayvalık” isimli kitabına dayanarak verdiğini bize söylemeyi de ihmal etmiyor. İlk ihtimale göre Ayvalık ismi yabani ayvadan geliyor. İkinci ihtimal ayvada isimli midye türünün bu Ege kasabasına isim babalığı yapmış olması, üçüncü ihtimal ise, bölgeye ilk yerleşenlerin Midilli’nin Kydona Köyünden ya da Ayvalık anlamına gelen Girit’in Kydonies bölgesinden gelenlerin olması.
Ancak yazar devamında bölgede Ayvalık’a ismini verecek kadar çok ayvaya ya da yabani ayvaya rastlanmadığını ve akabinde de pek çoğumuzun kabul edeceği gibi eğer illaki bölgenin en meşhur ağacının ismi verilecek ise bunun “Zeytinli” ya da “Zeytinlik” olması gerektiğinin de altını çiziyor.
Ayvada midyelerini bilmiyoruz ancak kesin olmamakla birlikte Ahmet Yorulmaz yukarıda sayılan üçüncü ihtimal çerçevesinde bu ismin M.Ö. 3. yüzyıldan bu yana bilinen Kydonie’den gelmiş olmasını daha büyük ihtimal gibi görüyor. Yine de yinelemekte fayda görüyorum elimizde kesin bir bilgi yok.
Ayvalık sahillerinde tam da Ayvalık’ın önünde yer alan 22 küçük ada Antikçağ’da Hekatonisa olarak adlandırılıyormuş. Bu isim bu adaların en büyüğü olan Nesos yani bugünkü adı ile bizim Cunda ya da Alibey olarak bildiğimiz adanın baş tanrısı olan Apollon’dan gelmekte imiş. Bu nedenle bu adalara Hekatos ya da Apollon adaları deniyormuş.
Yine kitapta verilen bilgiye göre Ayvalık 1600’ler ila 1700’ler arası bir zamanda kurulmuş. Uzun yıllar boyunca önündeki adaların korunaklı coğrafyası nedeniyle korsanlara ev sahipliği yapmış. Kaçakçılık buradaki en geçerli mesleklerden bir imiş. Gerek Cunda’da gerekse diğer adalarda bulunan çok sayıda kilise ve manastırlar ise kimi zaman kaçakçılıkla kimi zaman ise yağmacılıkla iştigal eden korsanların ruhlarını ferahlatmak ve mallarını güvenlik altında saklamak için kullandıkları mekanlar olmuş.
Birinci Dünya Savaşı neticesinde yaşanan Yunan işgali tam 39 ay 16 gün sürmüş Ayvalıkta. O dönemde nüfusunun %99’u Rum ve gayrimüslim olan Ayvalık’taki Türk asıllılar ya da müslümanlar devlet memurları olarak bölgeye gelenlerden oluşuyormuş. Rumlar, balıkçılık, zeytincilik, dericilik, sabunculukla uğraşırlarmış. Ne var ki Yunan işgali sırasında nüfusun Yunan ordusu ile işbirliği yapması sonucu, mübadele esnasında burada Rum nüfusun Yunanistan’a gönderilmesi de kaçınılmaz olmuş.
Mübadelenin ardından özellikle Girit’te yaşayan Türk nüfus Ayvalık’a gelirken, bunu Makedonya ve Bosna Hersek’ten gelen göçmenler izlemiş. Şu anki Ayvalık nüfusunun ise çok daha kozmopolit olduğunu söylemeye gerek bile yok sanırım.
Ayvalık kent merkezi kiliseleri ve yaşı bir asırı doldurmuş olan eski Rum evleri ile meşhur. Ben bu sefer yıllardır yapmadığımı yaparak tam bir günümü gerek kiliseleri gerekse daracık ara sokaklarda yer alan Rum evlerini görmeye ayırdım. Kiliselerden en ünlüsü Taksiyarhis Kilisesi. Bir zamanlar gezilebilen bu kilise balık derisi üzerine işlenmiş süslemeler ve ikonaların çalınması nedeniyle şu anda ziyarete kapalı. O nedenle bu kiliseyi size gösteremiyorum. Umarım tez zamanda biri el atar da bölgenin kültürel mirasına yaraşacak bir müze kazanmış oluruz.
Kilisenin etrafı çok sayıda eski Rum evi ile çevrelenmiş durumda. Bunların büyükbir çoğunluğu da pansiyona dönüştürülmüş. İşte Kilise duvarının yanındaki merdivenden yukarı giden yol… Eğer olur da Ayvalıkta kalmanız gerekirse sırf bu Rum evlerinin nefesini dinlemek için burada bir gece konaklamak güzel olur diye geçiriyorum içimden.
Diğer önemli kiliselerden Agios Yannis Kilisesi bugün cami olarak kullanılıyor. Kilisenin ruhuna uygun olarak şimdiki ismi Saatli Cami. Başka örneği var mı bilmiyorum ancak tepesinde çan kulesi ve sonradan ilave edilen minaresi ile benim daha önce hiç görmediğim tarzda bir Cami Saatli Cami. Benim Ayvalık sokaklarında turladığım günün Cuma olması nedeniyle içeri girerek detaylarına bakmam mümkün olmadı. Ancak bir sonraki seferde ihmal etmemek üzere bunu kendime not almayı unutmadım.
Bir diğer kiliseden bozma Cami ise Agios Yorgios Kilisesinden dönüşen Çınarlı Camisi. Tıpkı Saatli Camide olduğu gibi bu Caminin de içine girememekle birlikte içerisinin ne derece güzel olabileceğini dışarı taşan detaylarda görebilmek mümkündü. Şahsen ben bu caminin havasını gerçekten çok beğendim. İki dinin tek ibadethanede nasıl bir araya geldiğinin çok güzel bir göstergesi. Keske yok olup giden diğer kilise ve manastırlar da camiye dönüştürülseymiş de bugüne kadar ayakta kalabilselermiş diye düşündüm.
Benim görebildiklerimle beraber Ayvalık kent merkezinde on kadar kilise olduğu söyleniyor. Bunların bir kısmı feci durumda… İnsanın içi acımaya devam ediyor…. Böyle bir turizm potansiyelinin harcanıp gitmesinden dolayı.
Gelelim Rum evlerine…
Yine kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre Ayvalık mimarisinin temelini oluşturan yüksek tavanlı taş evler, zeytinyağı fabrikaları, kahvehaneler, meyhaneler neo-klasik tarzda inşa edilmiş.
Gezmeye ilk olarak ana caddeden başlıyorum. Amacım şu anda Vergi Dairesi olarak kullanılan binayı görmek. Ancak ilk olarak karşıma şu aşağıda resmini gördüğünüz bina çıkıyor. Önüne bir kamyonet yanaşmış. Ya birşeyler yükleniyor ya da indiriliyor. Anlaşılıyor ki bu güzelim bina şu anda depo olarak kullanılıyor. Sizce de yazık değil mi?
Biraz daha ilerleyince Vergi Dairesi binasını buluyoruz. Bu binanın 1902-1905 yılları arasında Otel olarak inşa edildiği biliniyor. Yorgola isimli Rum bir işadamı tarafından Ayvalık’tan demiryolunun geçeceği varsayımı ile yaptırılmış. Rivayete göre o dönemin tek müslüman ibadethanesi konumunda bulunan Hamidiye Camii’nin tam karşısındaki bu yapı da neo klasik tarzda inşa edilmiş. Henüz öğle tatili değil ancak Vergi Dairesinin kapısı kilitli. O nedenle biz Hamidiye Camiinin avlusundan bu eski otel yeni devlet dairesinin fotoğrafını çekip yolumuza devam ediyoruz.
Evlerin yapı malzemesi Sarımsaklı olarak bilinen kumsalları ile ünlü Ayvalık beldesine adını veren sarmısak taşı. Ahmet Yorulmaz’ın söylediğine göre bu beldenin asıl ismi Sarmısak imiş. Kültür ve Turizm Bakanlığının bastığı broşürlerde dahi adının Sarımsaklı olarak geçtiğini de belirtmeden geçemeyeceğim.
Bu taş evler pek çok deprem geçirmiş olmakla birlikte asırlara meydan okumaya devam ediyorlar. Ancak yardıma, desteğe ve korunmaya ihtiyaçları olduğu da aşikar. Aksi halde çok kalmadan pek çoğunun yıkılıp gideceğini gözlerinizle görüyorsunuz. Yine de Ayvalık’ın ana caddesinin arkasında kalan sokaklarda gezinmek büyük bir zevk. Fotoğrafçılıkla uğraşanların güzel kareler yakalamaları işten değil.
Bu yazı epeyce uzun oldu. O nedenle sizi daha fazla sıkmadan burada noktalıyorum. Bir sonraki yazıda bu defa evlere daha dikkatli bakarak kapılarını ve tokmaklarını inceleyeceğiz…
[…] Ayvalık’ı merak edenler varsa geçen yıl yazdığım yazılar (1) (2) (3) (4) […]