Nerede ise bütün öğleden sonrayı şehri turlayarak geçirdiğim için Cuma akşamı otelde kaldım. Odamın penceresinden manzarayı izledim. Güneşin batma vakti yakınlaştıkça suyun rengi pembeye döndü ve havanın kararmasıyla birlikte ben de yatağıma uzanıp dinlendim.
Ertesi sabah kahvaltının ardından çıkıp bu defa eve dönüş yolunda renkli Dubrovnik manzaraları çekmeye devam ettim. Bindiğimiz takside çalan müziklerin de etkisiyle klip gibi videolar da çekmedim değil. Dubrovnik’ten ayrılırken bir şişe kırmızı bir şişe de beyaz Hırvat şarabı almayı ihmal etmedim. Onun dışında alınabilecek her şey zaten fotoğraf makinemin içinde diye düşündüm.
Dönüş yolu yine uzundu. Ama Münih havaalanında geçirilecek 5 saat benim hafta içinde bu gezi yazılarını yazacak olmamam sebebiyle çok da işime geldi aslında. Havaalanındaki bir kafeyi işleten Münihli Ömer amcayla uzun uzun sohbet etmekten arta kalan zamanları kafamdakileri bilgisayara geçirmekle harcadım. 58 yaşındaki Ömer Amca Almanya’daki Türklerden çok şikâyetçiydi. 40 sene önce gelmişler ama bir kelime yeni bir şey öğrenmeden, kendilerini geliştirmeden yaşamaya devam ediyorlar diyordu. Öyle ki ben sordukça, ya da aslında çoğu zaman ben sormadan anlattı durdu. Bizim ülkenin haline çok üzülüyordu. Sabahlara kadar Türk kanallarında haber ve tartışma programlarını seyredip hayıflanıyordu. Sonunda vedalaştık, uçuş vakti gelmişti.
Uçuş kartımı yer hostesine verdiğim de bana sizi bu uçuş için business class’a aktardık dedi. Çok teşekkürler dedim. Böylece yanımın boş olmasının da avantajıyla, uzun bir günü böyle rahat bir uçuşla tamamladım.
Şimdi Pazartesi oldu ve nerede ise bitti bile ve ben yeni iş haftasına tam olarak olmasa da adapte olmaya çalışıyorum.