Tatil Yazıları 2: Datça- Eski Datça

Tatilin 4. Günü sabah Palamutbükü’nden ayrılarak Datça’ya doğru yola çıktık. Yolda uğrayamasak da, meşhur yel değirmenlerinin ve eski bir yel değirmeninin restore edilerek restorana dönüştürülmesi sonucu açılan Zeynep Restoran’ınOlive Farm yol ayrımının, Yaka Köydeki Yaka Mengen‘in önünden geçtik.  Bizim bunları görüp tatmaya vaktimiz olmadı ancak sizler için iyi birer uğrak noktası olabilirler.

Bu fotoğraf www.datcarehber.com adresinden alınmıştır.

 

Üç günlük pansiyon hayatından sonra bu defa Datça’da üç yıldızlı Hotel Mare’de  kaldık. Otel gayet güzeldi. Odalar ter temiz, banyosu düzgün ve tüm odaları tam cephe ya da yan cephe bir şekilde denize bakıyordu.

Hemen üzerimize mayolarımızı geçirip bu sefer soluğu havuz kenarında aldık. Sabah erken kalkmış olmanın ve yolun verdiği açlık duygusunu bastırmak için birer hamburger bir de bira söyledik. Hamburger ve patates kızartması bana hep plajda yenecek en güzel şeymiş gibi gelir. Tahminimce hamburger köfteleri pınar köfte idi ama turşusu, domatesi, yeşilliği yerinde bir hamburgerdi. Patates kızartmalarında da kızartılan yağın tazeliğini kokusunu alabiliyordunuz.

 

Yemeğimizi bitirir bitirmez denize atladık. Su serin ama ışıl ışıldı. Datça’nın tüm sahillerinde olduğu gibi buranın da kumsalı çakıl. O yüzden yürümek epey zor. Özellikle de öğlenin sıcağında ısınan çakıl taşları ayaklarınızın feci şekilde yanmasına sebep oluyor. Hani 5-10 yıl önce “kızgın kumlardan serin sulara” sloganlı bir Algida reklamı vardı, işte Datça’nın taşlı koyları da denize atladığınız da ayaklarınızdan cosssssss sesi gelmesine neden oluyor. Ama bu deniz kızgın taşlarda yürümeyi hak eder. Zaten atlayınca bir şeyiniz kalmıyor.

Yüzme sefasını tamamladıktan sonra otelde akşam üstüne kadar dinlendik. Saat 6 gibi fotoğraf makinemizi de alarak otelden çıktık. Hedefimiz Eski Datça idi. Eski Datça, Datça- Marmaris yolunda ve şehir merkezine 2-3 km uzaklıkta. Kesinlikle Datça’ya uğrayan herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir yer. Yola çıktık, Reşadiye dolmuşlarını bulmamız gerektiğini öğrendik. Ancak, yol sorduğumuz amcalardan biri, “ben de o tarafa gidiyorum gelin sizi götüreyim” diyerek arkadaşlarına iyi akşamlar diledi ve birlikte yola çıktık. Kendisi de Eski Datça’da  taş bir evde oturan amca bizi Muhtar Orhan’ın kahvesinin önünde bıraktı. İşte daha sonra başladık biz de begonvillerle süslü taş evlerin olduğu sokaklarda dolaşmaya.

Muhtar Orhan, Eski Datça’nın en ünlü siması olan Can Yücel’in yakın dostu imiş. Hatta kahveye girdiğinizde Can Yücel’in yarım kalmış sarap şişesini ve Muhtar Orhan ile yan yana asılmış resimlerini de görebiliyormuşsunuz. Biz Kahveye girmedik. Yaptıkları otlu gözlemeden de yemedik ama siz deneyebilirsiniz.

Hemen kahvenin yanından Eski Datça Mahallesinin içlerine doğru ilerleyen sokakta köylü kadınların tezgahları var.

 

Yürüye yürüye, Eski Datça mahallesinin en tepe noktasına kadar çıktık. Bölgenin mimarisini bozmadan eski taş evlerin tarzında yapılan yeni bir inşaatın en tepe katına da çıkıp eski ve yeni Datçayı izledik. Deniz ve tepelerdeki rüzgar tribünleri de buradan gözlenebiliyordu. 

Evlerin tamamı taş, yollar bazen dar ve toprak patikalara dönüşüyor ancak her köşe başında karşınıza begonviller ve kaktüs meyveleri çıkıyor. Onun dışında kocaman kauçuk ağaçları, badem ağaçları, adım başı incir ağaçları, zeytinlerle yolu sokaklarda geziniyorsunuz. Bahçelerden meyve koparmak serbest. Benim ne derece incir delisi olduğumu bilen Adam her önünden geçtiğimiz ağaçtan birer ikişer incirleri kopararak beni bir güzel besledi. İncirlerin bazıları öyle güzel ki dalında kurumuş.  Hem yaş hem de kuru inciri bir arada yeme şansımız oldu.

Ömrünün büyük bölümünü burada geçiren Can Yücel’in evi meraklılarının odak noktası. Datça’ya gitmeden önce bölgeyle ilgili olarak okurken o kadar çokyerde aynı cümlelere aynı ifadelere rastladım ki. Aynılarını ben de yazsam mı yazmasam mı diye biraz çekimser kaldım. Ben çok fazla şiir meraklısı, şair takipçisi olmadığım ve facebookta dolananlar dışında Can Yücel şiiri de bilmediğim için bu yazıda ona özel bir önem atfetmek iki yüzlülük gibi geldi. Mahalledeki Can Evi şairin ölüm yıldönümü olan 12 Ağustos’ta ziyarete açılıyormuş. Evin olduğu sokağın ismi Can Yücel sokağı zaten. Dışarıdan bakınca mermer plaka üzerine işlenmiş  kısa bir şiirini görebiliyorsunuz.

Eski Datça’ya ilişkin olarak görmesi gezmesi keyifli bir başka şey sonradan gelip bu bölgeye yerleşenler tarafından açılan sanat galerileri. Biz Sevo’yu hızlıca gezdik. İçeride resim çekilmesi yasak olduğu için ancak dışarıda masanın üzerinde duran bu kedileri ve mekanın dışarıdan görüntüsü ile duvara asılmış ufak bir çiçeklik detayını fotoğraflayabildim.

Bütün Eski Datça mahallesini gezip bitirdikten sonra  Antik Cafe-Bar’a oturduk. Gerçekten keyifli bir yer. Akşamları canlı müzik var. Burası da taş zeminli, ahşap masalı bir mekan. O gece Feride Sofugil ve Onur Karın çalıp söylediği şarkıları dinledik. Gitarı gören Adam onların sigara molasında aldı gitarı eline 4 şarkı çaldı arka arkaya. Böylece daha da keyiflendik. Siz de Feride ve Onur’la keyiflenmek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz 🙂

Antik aynı zamanda bir sanat merkezi işlevi de görüyor. Bu yaz döneminde Temmuz ayının ortasından Eylül ortasına kadar sürecek birer haftalık  fotoğraf atölye çalışmaları koymuşlar. Meraklıları gerekli bilgilere Antik Datça blog sayfasından ulaşabilirler.

Mahallede eskiden bir de Cam Evi varmış, ancak söylediklerine göre Yücel ailesinin girişimleri üzerine kapatılmış. konuyu internetten araştırınca şöyle bir çağrıya ulaştım. Ancak bahçe duvarının alçaltılmasının yasaya aykırı olması iddiası haricinde Cam Evinin orada bulunmasında çok da mahsur göremedim. Tabi konunun benim bilmediğim detayları haricinde bu söylediklerim. Zira Can Yücel’in hatırasının yaşatıldığı yerde ticari işletme açılması istenmiyorsa o zaman tüm mahalledeki pansiyonları, Muhtar Orhan’ın ki de dahil olmak üzere kafeleri kapatmak gerekir. Zira Eski Datça’yı ziyaret eden turistler iki şey yüzünden bu bölgeye gelmektedir; 1) Taş evler ve begonviller 2) Can Yücel. Can Yücelin evi ziyarete kapalı olsa dahi, bu onun  çoktan marka olmuş adının ticari değerinin artmasına engel olamamaktadır.

Ben konuyu işin uzmanlarına yani hukukçulara bırakarak Eski Datça’da karşılaştığımız bir başka hoşluğu size de göstermek istiyorum. Mahallenin sokaklarının isimleri mimari dokuyu bozmayacak şekilde taş plakalara yazılmış. Öyle de hoş olmuş ki yakaladıklarımın tümünün resmini çekmekten kendimi alamadım.

Adamla ben Eski Datça’dan zor ayrıldık. Dönüş yolculuğunda minibüs şoförüne nerede yemek yenir diye sorduğumuzda kendisinden çarşının içindeki Zekeriya Sofrasına gidin cevabını aldık. Bu cevap beni oldukça tatmin etti, çünkü yaz tatillerini Datçada geçiren bir arkadaşımızdan da aynı tüyoyu almıştık. Minibüsçü amca bizi Zekeriya Sofranının önünde indirdi. Bu arada saat akşam 9’a geliyor olmalıydı. O saatte bile lokantanın önü arı kovanı gibi kalabalıktı. Çocuklu ailelere karşı iki kişi olmamızın avantajını kullanarak bir yere sığıştık. Kabak çiçeği dolması, yaprak sarması, etli  bamya yemeği, pilav ve kocaman karışık bir salata tabağından oluşan yemeği bir solukta midemize indirdik ki elimizde tek bir resmi bile yok :). Zaten yemek konusunda her zaman o kadar sabırsızız ki resim çekmek aklımıza geldiğinde biz çoktan hesabı söylemiş oluyoruz! O yüzden  yaptıkları ve yedikleri yemekleri resimlerle anlatan bloggerları gerçekten kutluyorum ve imreniyorum.

Yukarıda saydığım menüye Zekeriya sofrasında toplam 16 lira ödedik. Bence şaka gibi bir rakam bu. Hem bu kadar lezzetl, hem bu kadar ucuz. Hem de suluı ev yemeği. Çok mutlu oldum çok. Sizin de yolunuz Datçaya düşerse öğle ya da akşam farketmez, hızlıca nerede karnınızı doyurabileceğinizi biliyorsunuz artık.

Yemekten kalktıktan sonra yine tavsiye üzerine, Zekeriya Sofrasının tam çaprazındaki dükkana girdik. Bu defa amaç bal, badem, incir almak. Baştan söyleyeyim ucuz bir yer değil. Nurlu badem alıp bademin bir kilosuna 40 tl verdiğimi duyunca annem çıldırdı. Yani bir nevi turistik tuzak da olabilir ama ben Kaya Bal’ın bademini de, balını da, pekmezini de, incirini de, ezmesini de, zeytinyağını da beğendim. 

Dükkanda alışveriş çok hızlı. Adam dükkanın sahibi olan Nazmi Bey’e pek ısınamadı. Sebebi büyük ihtimalle Balcı Nazminin çok seri bir şekilde müşteriye karşı taarruza geçerek 10 dakikada 100 TL’lik satış yapmasından kaynaklanıyor olması. Sıklıkla da kullandığı bir kelime var: “pırlanta”. Bu dükkandaki herşey pırlanta. Ballar, bademler, incirler, herşeyler  pırlanta 🙂

Nazmi bey satış ritüeline bademden başlıyor. Önünüze üç çeşit badem çıkarıveriyor. Kilo fiyatları 20-30 ve 40 TL. En pahalı olanı Nurlu Badem, sonra sırayı ak badem ve sıra badem izliyor. Sonra geçiyoruz ballara. Kekik balı mı alırdınız? Yoksa çam balı mı? Ardından geliyoruz keçiboynuzuna, kendisini mi istersiniz yoksa pekmezini mi? Ya incir? Kurusu da nefis, yaşı da 🙂 Zeytinyağı da işte burada. Evet sizin de anlayabileceğiniz üzere, son 10 saniyede kolunuzun altında bir kutu da badem ezmesi sıkıştırıp dükkanı terkediyorsunuz 🙂

Biz balı bademi de aldıktan sonra Limanı boylu boyunca yürüdük. Taşlık plajını geçip gölete kadar gittik. Ama oraya vardığımızda  artık hava da karardığından ortam epey ıssız ve sessizdi. Biz de  geri döndük. Yavaş yavaş otelin yolunu tuttuk. Ne de olsa ertesi gün yok uzun, bu defa hedef Bozburundu.

1 comment

Add Yours
  1. Datça- Zekeriya Sofrası Revisited | Karma has kicked my ass

    […] Bodruma geçmeden önceki geceyi Datça’nın içinde geçirdik. Bir önceki sefer kaldığımız Hote Mare‘de yer ayırttık. Ancak otel el değiştirmiş bu defa memnun kalmadık.  Yeniden aynı otelde kalmayı düşünmeyeceğimiz gibi sanırım Datça Merkez’de de kalmayacağız bundan sonra. Siz kalacaksanız Eski Datçayı gidip görmek mantıklı. Merak edenler için bir önceki Datça-Eski Datça yazım burada.. […]

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s