Bayramın ikinci günü sabah Eskişehir’e gitmek için plan yaptık. Hızlı tren biletlerimizi alabilmek için TCDD’nin web sayfasına girdik. Sayfaya giren var çıkan yok. 10 dakika uğraşıp üye oluyorsunuz sonra da sayfanın çalışmadığını görüp sinirlerinizi bozuyorsunuz. O zaman telefon hakkımızı kullanalım dedik telefona sarıldık. Bu defa gördük ki telefonlar meşgul. Bir telefon bu kadar meşgul çalamaz diyerek biraz yüzsüzlük etmeyi de göze alarak bu defa TCDD Eskişehir çağrı merkezini aradım. Dedim ki kusura bakmayın aslında ben Ankara’dan arıyorum, TCDD Ankara çağrı merkezi cevap vermediği için sizi aramak zorunda kaldım. Acaba bana yarın sabah için trenlerde yer olup olmadığını söyleyebilir misiniz? Karşıdaki genç kadın sesi bana kibarca tabi ki yardımcı olacaklarını ancak sabahtan bu yana Ankara Garı ve Haydarpaşa’ya ulaşamayan çok sayıda yolcunun kendilerini aradığını, mümkünse konu ile ilgili şikâyeti ilgili yerlere iletmemi rica etti. Ben de hay hay dedim. Sadece çağrı merkezi değil web sayfası da vardı şikâyet listemde. Anlaşılan o ki fazla yükü kaldıramamıştı TCDD’nin sunucuları.
Yattık, kalktık eh boş mu duracağız Ankara’da bari Beypazarı’na gidelim dedik biz de. Bundan 3 yıl önce, tahminen yine bu vakitlerde gitmiştim ilk kez Beypazarı’na. O zaman amaç Beypazarı’nı gezmek değil Beypazarı’nı çevreleyen yaylalarda yürüyüş yapmaktı.
Epeyce yorucu bir yolculuğun ardından inişimizi tamamladığımız bir çeşme başında bizi bekleyen tepsi tepsi güveçleri, yaprak sarmalarını ve baklavaları talan etmiştik. Etli ve tavuklu olmak üzere iki çeşit güveç vardı menüde ve ikisi de çok lezzetliydi. Onun dışında yaprak sarmasını ortalama bulduğumu ve baklavayı ise beğenmediğimi hatırlıyorum. Yemek bittikten sonra ilçede kısa bir tur atmış, bir soluklanıp çay kahve içmiş sonra da çantamızda Beypazarı kuruları ile geri dönmüştük.
Bu defa her ihtimale karşı daha önce araştırmış olmanın da sağladığı kolaylıkla biraz daha tarihi ve turistik bir Beypazarı gezisi vardı. Tam da öyle oldu. Beypazarı-Ankara arası 100 kilometrelik bir yol. Etlik Otogar’ından Beypazarı’na yolcu taşıyan çok sayıda firma var. Kişi başı 6 TL ödeyerek yaklaşık 90 dakikada Beypazarı’na ulaşıyorsunuz.
Etlik Otogarı’na gitmek istemeyenler için ise Akköprü-Ankamall’ün tam karşısından köprünün altından Beypazarı minibüslerine binmek mümkün. Önceden arayıp bilet ayırtabileceğiniz gibi, Köprünün altında beklediğinizde gelen ilk Beypazarı arabasına atlamanız da mümkün. Beytaş (0312 341 22 23-0312 341 22 24), Lider Beypazarı (0312 341 9673- 0312 341 96 74) ve Lüks Beypazarı Seyahat (0312 342 15 00) taşımacı firmalardan bazıları. Minibüsler birbiri ardına geliyor, ulaşım kolay ve rahat. Beytaş’ın kullandığı taşıtlar diğer firmalarınkinden daha büyük. Beypazarına giden yol aslında eski İstanbul yolu imiş. Ankara’nın kuzeydoğusuna doğru yola çıkıp Sincan ve Ayaş’ı geçtikten sonra karşınıza Beypazarı çıkıyor.
Vardığımız anda gördük ki bütün Ankaralı bizimle aynı şeyi düşünmüş ve baklama, güveç, sarma sevdasına kendini yollara atıp Beypazarı’na varmış. Caddeler sokaklar tıklım tıklım, kafelerde, restoranlarda oturacak yer yok. Şöyle bir dolanıp öncelikle kendimize Me’vaların Konağı’nın önündeki ağaç kütüğünden yapılma masalarda yer bulduk.
Acele yolculuğa çıkıldığı için şarj edilmesi gereken fotoğraf makinin şarjı dolarken biz de söyledik birer çay kahve etrafı izleyerek tüttürdük sigaralarımızı. Menüye göz gezdirdik ancak daha sonra çok tavsiye edilen Taş Mektep’te yiyeceğimiz yemeğe yer ayırmak üzere Beypazarı’nın meşhur gözlemesi “yarımca”yı denemedik.
Hesabı ödedikten sonra Yaşayan Müze’nin bulunduğu yokuşu tırmanmaya başladık. Müzeye geldiğimizde bizi yere çizilmiş bir sek sek oyunu karşıladı. Taşı bulamadık, oynayamadık ama zıplayarak geçtik üstünden. Müze giriş ücreti tam 3TL, öğrenci ise 2 TL. Özel bir müze olduğu için Müze kart geçmiyor. Ayrıca içerideki aktivitelere katılmak isterseniz de 10 TL ile 25 TL arasında değişen bir ücret tarifesi var. Örneğin ebru yapmak, nazar döktürmek isterseniz 10 TL, Karagöz-Hacivat oynatmak isterseniz 25 TL ödüyorsunuz. Biz içeri girerken Müzenin adına takılan yaşlı bir teyzenin sesi geldi arkadan: “Kim yaşıyormuş burada?” Cevap gelmedi ancak biz çıkışta kimin yaşadığını görme şansına da eriştik. Evin altındaki kümes ve ağılda bir koyun ve tavuklar gördük biz. Yani şu anda fiziken evin yaşayanları onlar 🙂
Ücreti ödeyip, konağın dış kapısından içeri girdikten sonra merdivenlerden yukarıda sizi bir müze görevlisi karşılıyor ve Müzeye ev sahipliği yapan konak ve sahipleri hakkında bilgi veriyor. Konağın eski sahibi olan Abbaszadeler, Beypazarının zengin ailelerinden biri imiş. 19. yüzyılda Osmanlı tarzında yapılmış olan bu konak Belediye tarafından restore edilerek müzeye çevrilmiş.
Konağın iç kapısının hemen yanına öyle hoş bir detay koymuşlar ki eskinin insanları gerçekten de bizden daha iyiymiş diye düşünmeden edemiyorum. Detayın kendisi bir dolap. Evin kapısı kapalı iken Beypazarının yoksulları boş yemek kaplarını getirip bu dolaba koyar, dolabı döndürürmüş. Karşıda bekleyen ev ahalisinden biri de bu boş yemek kaplarını doldurup dolabı yeniden döndürerek fakir fukaraya yemek dağıtırmış. Bu esnada kimse birbirini görmediği için kimse rencide olmazmış.
Müzenin hemen girişinde ufak bir mağaza var. Hacivat Karagöz , ahşap mehter takımları, ebruli resimler, Beypazarı maket evleri, Türklerin tarihi zeka oyunu mangala almak isteyenler bu mağazaya uğramadan geçmiyor. Mangala Osmanlı döneminde en az tavla ve satranç kadar popüler bir oyunmuş ancak özellikle 1970’lerden sonra Türkiye’de nerede ise bilen hiç kalmamış. Minyatürlerde sıklıkla rastlanan ve bir strateji oyunu olan Mangala’nın benzerleri Afrika’da da oynanıyormuş. İnternetten görebildiğim kadarı nile bu unutulmuş eski Türk oyunu yavaş yavaş canlandırılmaya çalışılıyor.
Yaşayan müzede isterseniz kurşun döktürebilirsiniz, ebru yapabilirsiniz, ıhlamur baskı ile kendi pareonuzu imal edebilirsiniz, karagöz oynatıp masal bile dinleyebilirsiniz. Ben kök boya kullanılarak yapılan ıhlamur baskıyı çok sevdim. Bana çok küçükken belki de anaokuluna giderken yaptığımız patates baskılarını hatırlattı.
Onun dışında evin yukarı katında aslına uygun şekilde dekore edilmiş, gelin odalarını, oturma odalarını, mutfak eşyalarını görebilirsiniz.
Müzeyi dolaştıktan sonra dışarıdaki kafede satılan Osmanlı şerbetinden biz içmedik ancak içenler çok lezzetli olduğunu söylüyorlar. Beypazarı yazımın ilk bölümünü burada kesiyorum. Yarın biraz daha tarih ve üstüne mutfak kültürü ile devam edeceğim. Herkese güzel bir Pazar günü dileğiyle…
[…] bir önceki yazıda bahsettiğim Yaşayan Müze dışında Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi ve Beypazarı Kent […]
[…] bir önceki yazıda bahsettiğim Yaşayan Müze dışında Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi ve Beypazarı Kent […]