Budapeşte’deki son akşam yemeğimizi Intercontinental Otelinin Corso Restoranında yedik. Muhteşem bir yemekti ve şüphesiz uzun yıllar aklımdan çıkmayacak bir anı olarak kalacak. İşin en kötü tarafı yemeğin tek bir resminin bile olmaması. O nedenle tek yapabileceğim ayrıntılı tasfirlerle size eğer yolunuz düşerse bu restoran için yemek tavsiyelerinde bulunmak.Başlamadan söyleyelim ki Otel Asma ya da Aslanlı köprünün Peşte ayağında ve doğrudan Kraliyet sarayına bakıyor.
Gulaş ya da Türkçesini söylemek gerekirse Kul Aşı, hepimizin bildiği üzere en ünlü Macar yemeği. Macarlar Gulaş’ın Kul Aşı’ndan geldiğini inkar etseler de zar büyüklüğünde doğranmış, havuç, patates ve daha etinden oluşan bu besleyici ve çok lezzetli çorba aslında bizim damak tadımıza yakınlığıyla dahi kendini ele veriyor.
Gelen çorba porsiyonu ne çok fazla ne de azdı, güzel bir başlangıç yemeği oldu ve yanında getirdikleri poğaçalarla çok güzel gitti. Poğaça diyorum zira Macarcası da Pogacsa. Bu da bir başka benzerlik değil mi?
Bu arada bir şişe merlot üzümünden yapılma adını şu an hatırlayamadığım Macar kırmızı şarabı söylüyoruz.
Çorbaların ardından ana yemek olarak bir akşam önceki menümüzle aynı olan ızgara dana madalyon ve kaz ciğeri sipariş ediyoruz. Et tam istediğimiz gibi orta pişmiş, suyunu kaybetmemiş, hafif kanlı, sevmeyenler olabilir ancak ben çok sevdim.
Ardından tatlı olarak yanında ananas ve şeftalili dondurma ile servis edilen mandalina ve passion fruit ile hazırlanmış creme brulee söyledim. Aman allahım o neydi öyle? içinde hafif badem tadı da mı vardı ne? Ben kendimden geçtim desem yalan değil. Hayatımda yediğim en olağanüstü creme brulee idi. İşte o yüzden eğer olur da Budapeşte’ye gelirseniz mutlaka yemek yemeniz gereken bir yer bu restoran. Sırf bu creme brulee için bile gidilir.
Peki Budapeşte’de başka nerede yemek yenir?
Benim aklımda kalan ve denenecekler listesine yazdığım bir diğer yer meşhur Gundel. 1910 yılında açılan Gundel’in ülkenin en iyi restoranı olduğu ve Macar gastronomisini yarattığı kabul ediliyor. 1992 yılında Amerikalı bir girişimci tarafından satın alınan restoran Michelin tarafından tavsiye ediliyor. Michelin yıldızı var mı onu tespit edemedim ancak fırsat olsa idi ben bu restoranda da yemek yemeyi kesinlikle çok isterdim.
Son olarak, bu yazı dizisini noktalamadan önce, gidemediğim ve daha deyatlı gezebilmeyi istediğim iki de yer var onları da bitirmeden sizlerle paylaşayım istedim. Bunların ilki Magrit adası. Adayı da görebilseydim iyi olurdu diye düşünüyorum.
İkincisi ise bir mimar; Ödön Lechner. Lechner’in yaptığı Uygulamalı Sanatlar Müzesinin önünden geçerken binayı dakikalarca süzdüm. İçeri girecek fırsat tabi ki yine yoktu ancak aklımda, Gaudi, Horta ve Hundertwasser’in yanına adını yazmayı başardı. Bir dahaki sefere Lechner’in eserlerine de daha çok vakit ayırılacak…
Peki başka neler yapılacak?
1) Müzelerin tamamı gezilecek,
2) Magrit Adasına gidilecek,
3) Bir Macar tavernasına gidilerek, çigan müziği dinlenecek,
4) Gundel’de akşam yemeği yenecek,
5) New York Cafe’ye yeniden uğranacak,
6) Gellert Tepesi ve Gül Baba Türbesi görülecek,
7) Açık havuzu olan kaplıcalardan birine gidilecek…..
8) Operaya gidilecek….
SON…..
“Budapeştede alternatifleri ararken sitedeki resimlere bakıp birazda gaza geldik 🙂 Budapeştede bir turkçe rehber bulduk ( http://www.budapeste.net ) ve alternatif bir tur istedik. Tam anlamiyla harikaydi. Tüm resimdeki yerleri ve Budapeştenin alternatif sıra dışı mekanlarını iki gün boyunce gezdik. En çok hoşumuza gidende ikinci el dükkanları ve bit pazarıydı. Harika yağlı boya tablo buldum 80 euroya…..
“