Amasra’da bir Pazar günü….

Geçtiğimiz haftasonu epeydir aklımızda olan bir planı hayata geçirme fırsatını bularak Ankara Gezi Topluluğu’nun düzenlediği günü birlik gezi ile Amasra’ya gittik. Sabah saat 7.00’de Kızılaydan hareket eden üç ayrı tur otobüsü ile epeyce kalabalık bir gruptuk. Bizim bulunduğumuz otobüste en önde oturan ablaların sabah sabah Ankara’lı Turgut dinleyerek çala oynaya Amasra’ya varmak istemeleri bizi dehşete düşürmekle birlikte anında müdahale ederek bu kabusu savuşturduk. Turla seyahat etmek pratik açıdan büyük kolaylıklar sağlarken, maalesef böyle sakıncaları da bulunabiliyor. Tüm bunlar olup biterken, otobüste bizim dışımızdaki kimsenin durumdan çok da fazla rahatsız olmadığını görmek daha da şaşırtıcıydı! Demek ki tuhaf olan biziz…

İlk durağımız Bartın oldu. Rehberimiz Bartın’ın 1991 yılında şehir olduğundan bu yana Batman’dan sonra Türkiye’nin ikinci küçük şehri olduğunu söylemişti. Ben fazla da araştırmadan verdiği bilgiyi doğru kabul etmiştim ki bizim ekipten uyarı geldi.  Haklılar, Bartın ve Batman Türkiye’nin en küçük şehirleri değiller. Demek ki rehberin dediğine de çok güvenmiyoruz, her şeyi kendimiz araştırıyoruz. Merkez ilçesinin yanı sıra Amasra, Kurucaşile ve Ulus olmak üzere toplamda 4 ilçesi bulunan bu ufak şehir aynı zamanda Türkiye’de üzerinde taşımacılık yapılabilen iki su yolundan birinin ev sahibi. İki kola ayrılan Bartın Çayı’nda 500 tonluk gemilerle taşımacılık yapılabiliyor.

Tarihi M.Ö. 14. yüzyıla kadar dayanan bölgenin eski adı Paflagonia. Bartın’ın eski adı Parthenia ise Yunan mitolojisinde Parthenios “Sular Tanrısı” olan Parthenios’tan geliyor. Amasra (Sesamos), Kurucaşile (Kromna) ve Çakraz (Erythioi)  da Bartın sınırları içerisinde kalan diğer antik kentler.

Bartın hakkında bu bilgileri aldıktan sonra Amasra’ya doğru yola koyulduk. Yolda  ilk durağımız Kuşkayası Yol  Anıtı oldu. Romalıların yol ağının bir parçası olan anıtı görebilmek için biraz yorulmanız gerekiyor.  Ahşap, yer yer aşınmış merdivenlerden yukarı çıkınca kayalara oyulmuş zırhını giymiş ancak başsız bir asker figürü ile yine başsız bir kartal figürü ile karşılaşıyoruz.   Burada kartal askerin sınırsız gücünü simgeliyormuş. Ayrıca anıt Anadolu’daki tek yol anıtıymış. Alabildiğine yeşilin içerisindeki bu serin yamaçta bir yandan serinliğin tadını çıkarıyoruz diğer yandan da giderek yaklaştığımız Amasrayı süzüyoruz.

Yola devam ediyor ve Fatihin Amasra’yı ilk gördüğü Bakacak tepesinde duruyoruz bu defa. Yaklaştıkça şehir belirginleşiyor. Adını aldığı Kraliçe Amastris kadar göz alıcı görünüyor. Milattan önce 12. Yüzyılda Fenikeliler tarafından kurulan Amasra yani o zamanki adı ile Sesamos Büyük İskender’in egemenliğine girene kadar sırası ile Miletosluların, Kimmerlerin ve Perslerin hakimiyeti  altında yaşamış. Milattan Önce üçüncü yüzyılda Anadoluyu egemenliği altına alan İskender,  ardından Pers ordularını yenilgiye uğratınca Pers İmparatorunun yeğeni Roxane ile evleniyor. Roxane’ın kız kardeşi Amastris’i de Heraklia (Ereğli) Tiran’ı Denys ile evlendiriyor. Aradan yıllar geçiyor, hem İskender, hem de Denys hakkın rahmetine kavuşuyorlar ve Amastris, şehri yeniden imar etmek için Sesamos’a yerleşiyor. Amastris, böyle güzel bir coğrafyada sanat ağırlıklı ve bahçe şehir görünümlü bir kent planını uyguluyor ve gerçekten de göz kamaştırıcı bir şehir yaratıyor, hatta adına para bastırıyor, bağımsızlığını ilan ediyor. Ancak kendisini kıskanan oğulları tarafından öldürülüyor. Ardından gelen Pontus dönemini Romalılar izliyor. Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinin ardından ise Cenovalı tacirler bölgeye yerleşiyorlar. Cenevizliler, Bizanstan kalan surları onarıyorlar ve bu yapılara kendi armalarını eklemeyi de unutmuyorlar.  1461’de Trabzon seferine çıkan Fatih yol üzerindeki Amasrayı topraklarına katmadan geçmek istemiyor. Zaten şehir hiç itirazsız kendiliğinden teslim oluyor.

Amasra’nın kısa tarihçesi işte böyle. Bu kadar eski tarihi olan, antik bir şehrin, pek çok uygarlığa da ev sahipliği yaptığı düşünülünce pek çok tarihi eserin, kalıntının korunduğu bir yerlerle karşılaşacağınız hissine kapılıyorsunuz, ancak maalesef hayal kırıklığına uğruyorsunuz. 

Bu tarih meselesine devam etmeden ve şehrin sokaklarını turlamaya başlamadan önce, öğle yemeğini anlatayım sizlere.  Biliyorsunuz Amasra salatası ve tavada kızartılmış balıkları ile ünlü. Biz bu defa biraz da acemiliğimiz yüzünden turun ayarladığı yerde yemek yedik ve aslında epey de pişman olduk. Yemek yediğimiz restoran belki normalde iyi bir yerdir ancak sürümden kazanma mantığı ile sınırsız balık, sınırsız salata taahhüdü altına girince, balıkların da dilediğimiz kadar lezzetli olmayacağı açıktı. Lakin biz tur şirketinin 3 otobüs insan toplayabileceğini ve bu nedenle çok kalabalık bir grup halinde hareket edilmesi gerekebileceğini düşünmemiştik. Restoranın normal menüsü konusunda fikrim olmadığı için adını vermiyorum ancak çıtır çıtır olması gereken balık tavalar, vıcık vıcık yağ çekmiş ve yumuşamıştı. Yemek faslının ardından biz ana gruptan ayrıldık ve Amasra’yı kendi keyfimizce gezdik.

Otogarın hemen yanında Amasra Müzesi yer alıyor. Müze binası 1884 yılında Denizcilik Okulu  olarak yaptırılmış. Binanın içerisinde arkeolojik eserlerin yanı sıra, o dönemde kullanılan günlük kıyafetler, savaş aletleri, halılar da göze çarpıyor. Ancak, müzenin çok etkileyici olduğunu söylersem yalan olur. Bahçedeki açık hava sergisi ise belki de ferahlığı nedeniyle hepimize daha ilgi çekici geldi.

Müzeden çıktıktan sonra henüz dikilmiş olan Fatih Sultan Mehmet ve Mahmut Paşa heykellerinin önünden geçerek bir nevi ressamlar sokağına giriyoruz.

Sergilenen resimler çok cazip gelmese de farklı bir hava katmışlar sokağa.

Sokağın az ilerisinde ise Amasralı kadınların tezgah kurduğu ufak bir pazarın içinden geçiyoruz. Tarhana, ıspanaklı, domatesli erişte, reçeller ve böğürtlen… Pazarda gözüme en çok çarpan şeyler bunlar oldu. Bir de pazarda hiç erkek satıcı yoktu.

Yola devam ederek sahildeki balık restoranlarının önünden geçiyoruz. Hafif bir meyille sola doğru kıvrılan yolun sağ tarafında karşımıza farklı bir mekan çıkıyor: Lütfiye.  

Çok güzel dekore edilmiş, doğal, ferah, şık bir şekerlemeci. Reçeller, marmelatlar, lokumlar, helvalar akla zarar. Ben üç kavanoz reçel aldım ama neden lokumlarını da denemedim anlamadım. geldiğimizden bu yana nerede ise her sabah ve her akşam ramazan pidesinin yanında hüplettiğim böğürtlen reçeline hasta oldum. Böğürtlenden sonra sıra buram buram meyve kokan ayva ve gül reçellerine de gelecek. Daha önce gelenler buradaki kahvaltının çok güzel olduğunu da söylüyorlar. Biz soğuk bir vişne şerbeti içtikten sonra reçellerimizi de alarak yolumuza devam ediyoruz.

Ayakta kalabilen Amasra evlerini fotoğraflıyoruz.

Yolun devamında Kemere isimli köprüden Boztepeye geçiyoruz. Kemere köprüsünün üzerinde korkusuzca kendini suya bırakan çocuklar ve onları izleyenler bir arada. 

Bu arada eğer bir dahaki sefere Amasra’da gecelemeye karar verirsek kasabanın bu tarafında kalmaya da karar veriyoruz. Bir yandan beğendiğimiz pansiyonların telefon numaralarını kaydederken Boztepeye kadar çıkıp Tavşan adası manzarasını izleyip, yol kenarında ahşap hediyelik eşyalar satan teyzelerden, çay-kahve karıştırma çubukları alıyoruz.

Ardından karşımıza önce eski Bizans kilisesinden camiye dönüştürülen Fatih Camii çıkıyor. 

Ardından ise Küçük Kilise. Küçük kilise 9. yüzyılda yapılmış, 15. yüzyılda mescide dönüştürülmüş ve 1930 yılında ibadete kapatılmış. 2002 yılında yapılan restorasyon sonrasında ise kültür ve sanat evi olarak yeniden hizmete açılmış.

Kalenin surlarından Amasra’ya bakıyoruz…. Plaj alabildiğine dolu… şemsiyeler rengarenk ancak kalabalığa karışıp denize girme arzusu uyandırmıyor. Kalenin surlarından ayakta kalabilenler pek az… Üzücü bir görüntü… Şu resimlere bakınca  Amastris’in imar ettirdiği bahçe şehir modelindeki eski Amasrayı kafasında canlandırma isteği ile doluyorum ben.

Dönüşte Amasra’nın Çekiciler Çarşısı dedikleri sokağından geçiyoruz. Ahşap masaj aletlerini birbirimizin sırtında deniyoruz, oyuncakları kurcalıyoruz. Ardından zaman da daraldığından yeniden otogar istikametine doğru yollanıyoruz.

 

Amasra gezisi keyifliydi ancak turla gitmek gereksizdi. Özellikle de yemeği turla almak çok luzumsuzdu.  Ancak toplama bakıldığında biz gerçekten güzel bir gün geçirdik. Ankara’da yaz aylarında ne yapacağını bilemeyenlere duyurulur. Kamil Koç ya da Metro Turizm ile Amasra sadece 5 saat uzaklıkta… Pansiyonlar son derece uygun fiyatlı… Denize girebileceğiniz pek çok güzel koya sahip.. Eh balık var, salata var, Lütfiye var… Daha ne olsun 🙂

14 comments

Add Yours
  1. kirphi

    harika fotolar bunlar ellerine saglik….ben 2 kez gittim amasra’ya birincisi turla ikincisi kendi olanaklarimla..amasra tekbasina rahatlikla gidilebilecek bir yer, yol biraz zor olsa da…arabayla gidilirse yol kenarlarinda durup bogurtlen toplamak cok zevkli. Konaklama icin de “kuşna pansiyon”u tavsiye ederim. Ankara’dan geliyoruz derseniz aciyip deniz manzarali oda veriyorlar. Restoran ismini hatirlamiyorum ama herkesin gittigi deniz kenarinda bir yer var. Icinde Kadir Inanir’la sahibinin fotolari vs…baliklar ve salata harika…

    • Epicurious

      Benim de Amasra’ya 3. gidişim olmasına rağmen ilk kez yazabiliyorum bu güzel kasabayı. Senin bahsettiğin restoranın ismi Canlı Balık. Ben de daha evvel orada nefis bir akşam yemeği yemiştim. Ancak bu defa kısmet değilmiş 🙂 Kuşna Pansiyonla aynı sırada çok güzel deniz manzaralı bir kaç tane apartın telefonunu da aldım. Bir dahaki sefere daha tedbirliyiz:)

  2. Erdem Ceydilek

    Ben de bir Amasra aşığıyımdır. Eğer siz gitmeden haberim olsaydı, Hoşafçının Yeri’ni önerirdim kesinlikle balık-salata-rakı üçlüsü için. Bu mekanın içinde de Kadir İnanır’lı Türkan Şoray’lı fotoğraflar bulunur bolca. Sanırım 2002 yılında Amasra’da çekilen Gönderilmemiş Mektuplar filminden sonra o fotoğraflarını restoranına asmamış kimse kalmamıştır 🙂

    • Epicurious

      Sonbaharda Amasraya yeniden gitmek gibi bir planımız var. O yüzden Hoşafçının yerini not alıyorum hemen. Bu durumda bir yere gitmeden evvel senin tavsiyeni mutlaka soracağım bundan sonra. Budapeşte’den sonra bu iki etti. Ayvalık-Bozcaada-Assos konusunda da tavsiyelerin var mı? 🙂

  3. Ayazma

    Aaa Ankaralı Turgut sabahları çok iyi gider ama.. :))))

    Fotoğraflara bayıldım. Biz tursuz gitmiştik Amasraya bu kadar kilise, cami, anıt falan görmemiştik. Artık bir dahaki sefere.. Görünce gitmek istedi canım. 🙂

  4. mndlna

    Ne güzel geldi yaa, uzak ve denizsiz bir Ankara sabahından ve tatilsiz bir yaz döneminin ardından renkli renkli fotolarla içimi açtın. Sağolasın 😀

    • Epicurious

      @mndlna ufacik da olsa icinizi acabildi isem ne mutlu bana 🙂
      @pinar Ankarali Turgut en favori sanatcim 🙂 Ama Amasra gercekten cok guzel 🙂 Unutmayip ara ara gitmek gerek!

  5. meral

    Ben de gittim Amasraya, fakat sizin cektiginiz fotograflari gorunce neleri kacirmisim anladim.Bir daha asla grupla gitmem…elinize saglik .

  6. tugba secil martı

    martı balık restaurant hoşafçının yeri yenilendi ve MARTI BALIK RESTAURANT oldu.kadir inanır resimlerine gelince evet güzel anılar paylaştık…resimler bir iki tane deildi binlarce vardı fakat yenilendikten sonra resimleri kaldırdık…şimdi anılarda…babam gibi…(hoşafçı)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s