Coco Chanel

10 gün kadar önce  izlediğim Woody Allen’ın son filmi Pariste Bir Gece Yarısı’nın ardından 1920’lerde geçmiş olabilecek dönem filmlerini araştırıyordum ki gözüm Coco Chanel’e takıldı. Önce bir parça tereddüt ettim. Çünkü hiç bir zaman modaya çok meraklı olmadım. Her sezonun modasına göre gardırop değiştirmektense her zaman daha klasik bir çizgide kaldım, kendime yakıştırdığım şeyleri tekrar tekrar aldım. Mesela sarı renkli bir şey hiç giymedim. Uçuk pembeyi hiç sevmedim. Ayakkabı desen ayrı bir dert. İstediğim gibi bir ayakkabı bulana kadar çarşı pazarın altını üstüne getirdim. Dahası alışveriş merkezi fobisi var bende… Eh durum böyle olunca moda konusuna da çok fazla ilgi gösteremedim.   Coco Chanel gibi hakkında muhakkak okunması ve düşünülmesi gereken bir kadını da işte bu yüzden bu kadar geç keşfettim!

İlk tanışmamızın ardından Chanel aşkı  beni öylesine deli divane etti ki, nerede ise 2 haftadır aklıma geldikçe önüme gelene ne kadar müthiş bir kadın olduğunu anlatıp duruyorum. Bu süreçte Chanel’in hayatının farklı kesitlerini anlatan 3 ayrı filmi izlediğim gibi internet kaynaklarından bulabildiğim kadarını okudum. Aslında hakkında yayınlanmış kitapları da edinip okumak gibi bir planım vardı lakin şimdiye kadar hakkında öğrendiklerimi bir an önce paylaşma ihtiyacı merakıma ağır bastı.

“Freedom is never out of style”

Aslında, heyecanımı normal karşılamak lazım çünkü Chanel  Time Dergisi tarafından 20. Yüzyıl’ın en etkileyici 100 kişisi arasında gösterilen, kadın giyiminde çığır açan, onu özgürleştiren dünyanın en ünlü moda tasarımcılarından biri. Ayakta kalabilme mücadelesine çok küçük yaşlarda başlamış ve bunu çok iyi başarmış mücadeleci bir ruh.

Başarısızlıklarından ders çıkarmış ve asıl gücünü de bundan almış kudretli bir kadın. 

Toplumda bir statü sahibi olan kadınların çalışmasının hoş karşılanmadığı, çalışmanın sadece yoksullara mahsus olduğu dönemlerde zengin sevgililerinin gölgesinde kalmaktansa atölyesinde dikiş dikmeyi tercih etmiş bir kadın.

Pantolonu ilk giyen, saçlarını kısa kesen, döneminin abartılı, süslü ve rahatsız giyim tarzına meydan okuyan bir kadın.

Hiç evlenmemiş ancak tutkuyla sarıldığı işi dışında aşk hayatında hep öncelikli olmuş. 

Ona göre tüm bu şatafat, al, pul ve gereksiz süs-püs erkeklerin kadını sokmak istedikleri pırıltılı cenderenin bir parçasıydı. Oysa ki kadın da en az erkek kadar özgür olmalıydı. Rahat hareket etmeli, biblo değil birey olmalıydı… Özgürlük ve sadelik zarafetin temelindeydi…

“Chanel Sineması”

Bu sıra dışı kadının hayat hikayesi defalarca kitaplara ve filmlere konu olmuş. Hatta bir Broadway oyununda Katharine Hepburn’un Coco Chanel’i canlandırdığı bile  söyleniyor.   Beyaz perdede ise ilki 1981 yapımı olmak üzere dört farklı Chanel filmi görüyoruz.  Bu filmlerden Anne Fontaine tarafından yönetilen 2009 yapımı Coco Avant Chanelde  Audrey Tautou Chanel’in gençliğini anlatırken, yönetmenliğini Christian Duguay’ın yaptığı 2008 yapımı Coco Chanel‘de Chanel’in çocukluğundan başlayarak ünlü olma süreci zamanda ileri ve geri gidişlerle anlatılıyor. Shirley MacLaine  yaşlı Chanel’i canlandırırken, genç Chanel’i Barbora Bobulova oynuyor. Son bir film ise  Chanel ile  Rus müzisyen Igor Stravinsky arasındaki aşk hikayesinin anlatıldığı ve yömnetmenliğini Jan Kounen’in yaptığı yine 2009 yapımı Coco Chanel & Igor Stravinsky filmi. Chanel’in kariyerinin zirvesinde olduğu dönemde geçen bu filmin başrolünde ise Anna Mouglalis’i görüyoruz.

İzlediğim bu üç film arasında benim favorim 2008 yapımı Coco Chanel oldu. Öyle ki başında şapkası, elinden düşmeyen sigarası, boynundaki incileri, kendinden emin gözleri ile Shirley MacLaine’in canlandırdığı  huysuz ihtiyar Coco Chanel beni daha filmin ilk 5 dakikasında cezbetti. Chanel’in son dönemlerindeki bir defile öncesiyle başlıyor film. Matmazel Chanel son derece gergin, alabildiğine sivri dilli ve alaycı. 1883 yılında Fransa’da Saumur’da yoksul bir anne babanın ikinci gayri meşru çocuğu olarak dünyaya geldiği günlerden çok uzaklarda. 

12 yaşındayken annesi veremden ölünce  babası tarafından kız kardeşi Julie ile birlikte bir yetimhaneye bırakıldığı gün tattığı ilk terk edilme duygusunun üzerinden çok zaman geçmiş. 18 yaşında manastırdan ayrılarak bir terzihanede bulduğu iş, Etienne, ilk şapka tasarımları ve Boy Capel… Gururlu ve mağrur kadın ile onun hayata karşı tutkusuna aşık bir adam. Kavuşamayınca aşk olduğunun kanıtı olan bir hikaye… Dokunaklı, iç acıtıcı.

Coco Chanel (2008) bir yanda akıllı bir kadının inanılmaz yükselişini anlatırken, Chanel-Capel aşkını hoş bir şekilde hikayeleştiriyordu. Bu ilk filmdeki en büyük tuhaflığın Fransızlara İngilizce konuşturmak olduğunu söyleyebilirim…

İkinci olarak izlediğim Coco Avant Chanel filmi büyük olasılıkla Audrey Tautou’nun başrolü oynamasından dolayı gösterime girdiği sıralarda daha büyük ilgi çekmiştir diye tahmin ediyorum. Bana kalırsa, ikinci filmde daha zayıf karakterli bir Chanel izliyoruz, ya da en azından bana bu filmde Chanel erkeklerle daha bağımlı bir ilişki kuruyormuş gibi geldi. Boy Capel’le ilişkisi açısından ele aldığımızda da romantizm boyutunun ilk filmde daha güçlü işlendiğini söylemem gerek.

İzlediğim üçüncü film olan Coco Chanel & Igor Stravinsky Chanel filmleri arasında en vasat olanı. Coco Chanel’i oynayan Anna Mouglalis müthiş bir performans sergiliyor. Keskin yüz hatları ile dirayetli ve güçlü kadın rolüne çok uygun bir seçim olmuş kendisi. Öte yandan filmin görüntü ve sanat yönetmenini de ayrıca tebrik etmek gerek ki gerçekten de olağanüstü güzel döşenmiş bir ev ve arka plan görüntüleri gözümüzü okşuyor. Filmde konuşmak yerine uzun uzun bakışmayı, uzaklara dalmayı tercih eden bir karakter olarak karşımıza çıkan canladıran Igor’u çok sıkıcı buldum. Rolün sahibi olan Mads Mikkelsen’i başka bir yerde izlemediğim için fazla yorum da yapmak istemiyorum. Kim bilir belki de hislerini konuşarak anlatmak yerine besteleri ile anlatmayı tercih ediyordur. Zira film boyunca dinlediğimiz Stravinsky besteleri bana fenalık geçirtti. Gerçekten de insanı altüst eden bir müzik yapıyormuş.

“Little Black Dress”

Chanel’in asıl şöhrete kavuşmasında etkili olan “Little Black Dress” koleksiyonu özellikle İkinci Dünya Savaşının ardından Avrupa’nın yaşadığı ekonomik değişim ve sıkıntılar kadınların da iş gücüne katılımını sağlarken giyim endüstrisinde ekonomiklik kriterini de öne çıkardı.  Kadınlar artık çalışan nüfusun bir parçası olarak erkeklerin keyfi için değil kendi rahatları ve zevkleri için giyinmeliydiler. Bu gidişatı iyi görüp okuyan Chanel önce korseleri çıkartıp kadınların nefes almasını sağladı, sonra ise kat kat astarların kuyruklu tuvaletlerin sonunu hazırlayan tasarımlar yaptı.

İşte bugün artık hepimizin dolabında bulunması gereken küçük siyah elbise böyle doğdu. İlk kez 1926 yılında Vogue dergisinin Amerikan baskısında konu edilen siyah küçük elbise halen kadını şık göstermenin en basit ve masrafsız yolu değil mi?  Hangimizin dolabında böyle bir elbise hatta birkaç böyle elbise yok ki?

Chanel’in tasarladığı spor kıyafetler, savaş sırasında Deauville’de kaldığı dönemde etkilendiği balıkçı- denizci modasından izler taşırken, sadece erkeklere mahsus pamuklu yünlü kumaşlar da artık kadınların gardıroplarında yerini almaya başlamıştı.

“…ve Chanel No. 5…

Yanlış parfümü kullanan bir kadının geleceği yoktur”-Coco Chanel

5 rakamı Chanel’in hayatında hep önemli bir rol oynamış. İlk defilesini ayın 5’inde düzenlediği için daha sonraki tüm defilelerini ayın 5’inde yapmış. Dünyaca ünlü parfümüne Chanel No: 5 adını vermiş. Marilyn Monroe’dan, Catherine Deneuve’e , Nichole Kidman’dan Audrey Tautou’ya kadar pek çok ünlünün oynadığı reklamları ile şimdiye kadar en çok satılan ve en çok bilinen parfüm olma sıfatına da erişen Chanel No: 5 benim pek de ısınamadığım ve hiç kullanmadığım bir koku olsa da milyonlarca kadının vazgeçilmezi olmuş.

Bu yazıyı daha da uzatmak mümkün. Zira Chanel anlatmakla bitirilecek gibi değil. Nazilerle işbirliği yaptığı, hatta Nazi casusu olduğu söylenen bu farklı kadın hakkında sizi bir parça meraklandırabilmiş olduğumu umarak sizi Paris Rue Cambon’daki apartman dairesinin görüntülerinin yer aldığı bir video ile baş başa bırakıyorum.

2 comments

Add Yours
  1. thekitchencrashers

    Ben de moda konusunda sizinle ayni durumdayim, modayi takip etmekten ziyade bana yakışan sade ve şık kıyafetlerden hoşlanırım..Ve işte bu yüzdendir şimdiye kadar bu filmi izlemeye hiç niyetlenmedim 🙂 ama yazınızı okuduktan sonra ben de çok merak ettim coco’nun hayatını, mutlaka izleyeceğim.. çok teşekkürler!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s