Ben geldim. 1 gece Londra 3 gece Dublin’i şenlendirdikten sonra yeniden İstanbul’dayım. Bu defa epeyce maceralı ve aksilik dolu bir yolculuk yaşasam da sonuçta gerçekten güzel bir hafta geçirdim.
Neler oldu neler. Giderken THY yer ekibi dönüşüm Dublin olduğu için Londra’dan Dublin’e gideceğim uçak biletini görmek isteyince hafiften delirmiştim ki bir de İngiltere girişinde Türkiye’de aldıkları parmak izleri, İngiltere’ye girişte aldığım parmak izini tutmayıp da bekletilince iyice sinir oldum. Bu sayede 10.25’te inen uçaktan çıkıp, saat 13.00’te katılmam gereken toplantıya ancak 13.40’ta girebildim. Akşam işten çıkıp, duş alıp sonra yemek yemek hayali ile Russell Square’deki otele döndüm ki otel kapkaranlık! Elektrikler kesilmiş! Odam 4. katta ve yüzyıldan bile yaşlı olan otelin koridorlarında ışıksız dolaşmaya imkan yok. Ayrıca ne garip durumdur ki, 1 gece yatacağınız ve geceliğine 450 TL verdiğiniz otel çözüm de üretemiyor. Otel parasını gelir gelmez aldıkları için iade edemiyorlarmış! Yani size başka bir otele de yönlendiremiyorlar!
O akşam karanlıkta oturmak yerine yeniden dışarı çıktım. yemek yemek lazım ama o kadar yorgun ve isteksizim ki kesin gittiğim restoranda da abuk subuk bir şey olur diye düşünüyorum! O yüzden daha fazla ortada dolanmadan yan sokaktaki Pret a Manger’ye daldım. En sevdiğim avokadolu, tavuklu sandviçi kaptığım gibi Russell Square’deki parkın banklarından birine çöktüm. Oh be! Pret a Manger ne güzel dükkansın sen dedim bir kez daha içimden. Ardından bizim okulun Pub’ına uğrayıp nostalji yapayım dedim. İyi ki de yapmışım. Bir güzel birayı da orada yuvarladıktan sonra otele geri döndüm. Ben döndükten kısa bir süre sonra elektirik geldi ve ben odama çıkıp iyi bir uyku çektim.
Oysa ki çok isterdim, Thames kıyısında gezineyim, arkasından iyi bir restoranda yemek yiyeyim. Daha havaalanından çıkıp da metroya bindiğim anda beni sarıp sarmalayan bir hoşgeldin hissiyatı var Londra’da. Sanki ben hep oradaymışım gibi. Metrosu daha bir eskimiş geldi gözüme ama rahatsız etmedi sanki gözümün önünde eskimiş gibi! Bu sefer ki ziyaretimde koskoca Londra hakkında anlatabileceklerimin hepi topu bu kadar işte!
Pazartesi geldiğim Londra’dan Salı akşamı ayrılarak Dublin’e geçtim. Dublin kısmı Londra’ya nazaran daha az koşuşturmacayla geçti. İlk akşam bir iş yemeği vardı ikinci akşam dışarıda biraz gezinebilme şansım oldu. Cuma günü uçağa binmeden önce sabah saat 9.30 civarı başladığım hızlı şehir turunu öğlen 12.00 civarında bitirerek havaalanına geldim. İşte bu noktadan sonra anlatacaklarım toplam 3- 3.5 saat ayırabildiğim Dublin turundan ibaret. O zaman hadi başlayalım:
İrlanda’nın başkenti. Ülkenin aşağı yukarı 4 milyonu bulan nüfusunun 1 milyonu burada yaşıyor. Tam ortasından geçen Liffey nehri şehri kuzey ve güney olarak ikiye bölüyor. Ben bu defa nehri de kuzey yakasını da göremedim. Umarım bir dahaki sefere daha çok vaktim olur da Dublin yazılarına yenilerini eklerim.
Dublin küçük bir şehir. Rahat bir şehir. Hafiften Londra’yı andırıyor tuğla binaları ile. Kapılar ve tokmakları yine görülmeye değer.
Güneş yüzünü göstermek konusunda nazlansa da yemyeşil parkları, rengarenk açan çiçekleri ve şehrin genel mimarisinde kullanılan canlı renkler çok hoş bir görüntü yaratıyor. Gökyüzü bulutlu da olsa Dublin rengarenk.
Şehirdeki en eski yapılardan biri 1592’de 1. Elisabeth tarafından kurulan, İrlanda’nın ilk üniversitesi Trinity College. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri örnek alınarak yapılmış. 1970’e kadar sadece Protestan öğrencilere açıkken, bu tarihten itibaren Katoliklere de eğitim imkanı tanımış. Godot’yu Beklerken’in yazarı Samuel Beckett de Trinity mezunlarından.
Üniversitenin avlusu gerçekten de görülmeye değer. Öyle ki taş binaların kurşuni rengi ile yemyeşil çimenlerin yarattığı kontrast gerçekten göz alıcı.
Trinity College aynı zamanda kütüphanesi ile de ünlü. İrlandanın en eski kütüphanesine sahip olan üniversite’de eski manuskriptlerin bulunduğu bir de “Eski Kütüphane” bulunuyor. Çokkk yüksek tavanlı, içeri adım attığınız anda yüzyıllarca yıllık kitapların tozunu içinize çektiğiniz çokkkkk görkemli bir kütüphane. İçeride fotoğraf çekmek yasaktı. O yüzden sizi internette bulunan resimlere yönlendiriyorum. Gerçekten de çok etkileyici değil mi?
Bu da Üniversite’de Berkeley Kütüphanesinin önünden bir kare…
Üniversiteden hızlıca Dublin Kalesine geçiyorum….
Kale’nin birbirinden farklı zamanlarda yapılmış gibi duran kabaca üç bölümünden bahsedebiliriz.
Yukarı Avlu bugün hükümetin çalışma ofisi olarak kullanılıyor. Aşağıda gördüğümüz yapı ise kalenin kilisesi.
Kilisenin arkasını dolaştığımızda bahçesine çıkıyoruz.
Kısa kısa dedim ama yine lafı uzattım galiba. En iyisi daha fazla uzatıp sizi sıkmadan bu yazıyı burada noktalayayım. Bir sonraki yazıda Dublin parklarına ve sokaklarına dalacağız.
Aksilikler üstüste gelse de güzel bir gezi olmuş. Bu arada sormadan edemeyeceğim. Fotoğraf makineni mi değiştirdin? Yoksa benim yeni bilgisayarımdan kaynaklanan bir durum mu?
Selamlar Oburcan,
Evet gerçekten güzel bir gezi oldu. Toplantılar da çok faydalı oldu üstelik 🙂 Fotoğraf makinem aynı. Yoksa daha mı kötü görünüyor resimler eskisine göre? Şimdiye kadar 7000 kadar fotoğraf çektim bu makineyle. Acaba eskiyor mu diye korktum!
Aksilikler yaşansa da güzel bir gezi olmuş. İrlanda görmeyi en çok istediğim ülkeler arasındadır. Bu arada sormadan edemeyeceğim : fotoğraf makineni mi değiştirdin, yoksa bu görüntü farkı benim yeni bilgisayarımdan mı kaynaklanıyor?
bu arada yorum yapmak için WordPress’e kayıt olma gerekliliği yeni başladı sanırım. Zaman zaman böyle yorum tekrarı olabilir 🙂
Yorum yapmak için wordpresse kayıt şartı mı koymuşlar? Yok artık! Benim haberim yok hirbir şeyden!
Yorum için WordPress username ve şifrenle giriş gerekiyor..fyi
Teşekkür.. Çok saçma olmuş bu uygulama!