Hala Mont des Arts’dayız. Ne de olsa burası Sanat Tepesi idi değil mi. Müzik Enstrümanları müzesinden çıktıktan sonra Place Royale’e tırmanıp sağa dönerek meşhur Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesinine doğru ilerliyoruz. Daha önce de gezdiğim bu müzeyi yeniden ziyaret edecek vaktim yok. Ancak şehre ilk gelenlere mutlaka tavsiye edilir zira son derece zengin bir kolleksiyona sahip.
Bu arada benim gözüme daha önce görmediğim bir şey çarpıyor: Güzel Sanatlar Müzesinin yan kapı girişi tek bir sanatçıya ayırılmış: René Magritte. Bir sürrealist, hem de Belçikalı ve benim için büyük keşif.
Londra’da Dali Müzesini gezmiş, Şu an hatırlayamadığım bir ülkede Miro Sergisi görmüştüm. Bunlar dünyaca ünlü sürrealistlerdi. Peki bu René Magritte’de kimdi? Neden daha önce duymamıştım ki? Bir merak daldım müzeye. Karşıma küçük yaşta annesini intihar etmesi nedeniyle kaybetmiş, çocukluk arkadaşıyla evlenmiş ve hayatı iniş çıkışlarla geçmiş sürrealist bir ressam çıktı. Brüksel ve Paris arasındaki gidiş gelişleri, para kazanmak için çizdiği reklam afişleri, sürrealist arkadaşları, hayatının son 15 yılında yakaladığı şöhretin yanı sıra derinliği konusunda beni kendine hayran bırakan, filozof bir ressam.
Magritte Müzesi 3 kata yayılmış kronolojik bir sıra ile bir yandan ressamın hayatını diğer bir yandan da yıllar içerisinde tarzında gerçekleşen değişiklikleri anlatıyor. Bazı resimleri çok depresif, ama bazılarında öyle bir ışık var ki gerçekten de insanın içi garip ve anlamlandıramadığı bir mutlulukla doluyor. Müzenin duvarları Magritte’in özlü sözleri ile süslenmiş. Okuyorum okudukça şaşırıyorum. Kafam hafiften altüst oluyor. Soru işaretleri canlanıyor.
Ben Magritte’i çok sevdim. Bu kadar geç tanışmamıza da üzüldüm. Ama geç olmasına üzülmektense, tanımış olduğuma sevinmem gerek sanırım.
Aşağıda en beğendiğim ve o size bahsettiğim garip mutluluk hissini uyandıran resimlerden bir kısmına yer verdim. Sanırım beni mutlu eden mavi gökyüzü 🙂 Hem de en ummadığım anda ve yerde karşıma çıkınca daha mutlu oluyorum galiba. Bakın bakalım siz ne hissedeceksiniz.
Black Magic-Magritte
Le Plagiat (The Plagiary)- Magritte
Les Tables de la Loi-Magritte
Yaşasın! Magritte seven bir blog arkadaşım var!
Ben de çok severim kendisini, ama, eserlerini toplu halde ve bir müzede görmedim şimdiye dek.
Ne keyif olmuştur…
:))
Gerçekten de çok keyifliydi. Hala durup durup hayıflanıyorum neden bu kadar geç buldum diye.. Resimlere bakmak, düşünmek okumak ve tekrar bakmak lazım.. Ben hiç bir ressamdan bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum.