Lübnan Gezi Notları 7: Deir El-Kamar, Musa Kalesi, Sayda, Sur

Yaz yaz bitmeyen Lübnan yazılarımın sanırım sonuncusuyla karşınızdayım.

İş yüzünden bu aralar evde sakin kendi kendime geçirdiğim blog yazdığım ve okuduğum zamanlar epeyce azaldı.

Havalar bu kadar güzel giderken hem 23 Nisan hem de 1 Mayıs tatillerinde evde çalışmak çok hoşuma gitmese de aslında haftasonlarını ve akşam iş çıkışlarını elimden geldiğince iyi değerlendirmeye de çalışıyorum.

Bugün hem Cumartesi gecesinin yorgunluğunu atmak, hem de sessiz sakin evde kanepe, televizyon keyfi yapmak blog yazıları yazmak için birebirdi.

Üstelik öğle yemeğinde Adam somon ızgara yapıp yanına da bir çikolatalı sufle patlatınca keyfim çıpçıtır oldu. Sütte haşlanmış patateslerden enfes de bir püre yaptık ki sormayın gitsin.

Hani öyle istiyorum ki artık bu Lübnan furyası bitsin de yeni yazılara yer açılsın. Bunu söylerken de yanlış anlaşılmasın Lübnan seyahati benim 10 yıldır hayalini kurduğum bir seyahatti ama haftaya çıkacağımız Tiflis yolculuğu öncesinde arayı kapatayım istiyorum. Acelem o yüzden.

Neyse nerede kalmıştık. Akşam Mayrig’de otururken aradık Andre’yi. Paskalya tatili devam ediyor ama yarın bizi Deir El-Kamar’a götürür müsün dedik.  Olur dedi. Peki arkasından Musa Kalesine gider miyiz diye sorduk. Ona da tamam dedi. Fiyat nedir dedik, 60 dolar dedi. Turla gitseydik bu güzergah için kişi başı 65 Euro verecekken 60 dolara anlaşmış olmak hem bizi keyiflendirdi hem de o kalabalığı beklemek zorunda kalmayıp tek başımıza gezeceğimiz için hafifledik.

Bu hafiflikle, yemekten sonra Beyrut’un gece hayatından acaba bir nefes çekebilir miyiz diye  gidip sevimli mi sevimli bir bara oturup bir süre etrafı izledik. Keyfimiz çok yerinde ancak o kadar çok yemişiz ki birer bardak içkiyi zor bitirdik.

Beyrut NightSonrasında otele dönüş yatış ve sabah valizleri toplayıp otelden çıkıştan sonra yola çıktık.

Andre Beyrut’lu Hristiyanlardan. Dinlerin kardeşliğine inanmış, iyimser ve iyilikle konuşan biri. Son deece kibar, gayet iyi İngilizce konuşuyor.

Öncelikle Deir El-Kamar’a doğru yola çıkıyoruz. Burası bir Ortaçağ kasabası. Yine taş binalar karşılıyor bizi.

Lübnan’in en önemli dini merkezlerinden biri Deir El-Kamar. Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu ama aynı zamanda cami, sinagog ve kiliselerin debir arada olduğu bir şehir. Şehirde Dürzi Vali Fakhreddine’in sarayı da bulunuyor.

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El Kamar

Deir El - Kamar

Deir El Kamar

Der El KamarAndre buluşma noktasına elinde Türk kahveleri ile geliyor.

Bu arada hediyelik eşya satan dükkanda Kirphi magnet alırken bayramlaşıyoruz, paskalya yumurtası çikolataları kapıyoruz. Çikolataları bize kahve getiren Andre’ye ikram edip onun da Paskalyasını kutluyoruz.

Buradan sonra Musa kalesine doğru yola çıkıyoruz. Musa kalesinin bir hikayesi var. Halen hayatta olan Musa fakir ama gururlu  bir gençken sevdiği zengin kız  ve öğretmeni tarafından  hakir görülür. Musa kendini ispat etmek üzere, kendi elleriyle tek tek yonttuğu taşlardan bir kale yapar.  Aradan yıllar geçer, kale biter, zengin kız ve öğretmeni Musa’yı ziyarete gelirler. Musa sırf o günü bekleyerek yaptığı iki kademeli kapının üst değil alt bölmesini açarak hem öğretmeninin hem de eski yavuklusunun kapıdan eğilerek girmelerini sağlar. Böylece de intikamını almış olur. Doğu masallarına benzeyen bu hikayeyi dinledikten sonra görevliler Musa’nın 10 dakika öncesine kadar Kale’de olduğunu az evvel gelseydik kendisi ile tanışabileceğimizi söylüyor.

İçeride o bölgenin yöresel yaşamına ilişkin bir de müze var. İçerisi benim çok ilgimi çekmese kalenin fikrini ve masal şatolarına benzer halini gerçekten sevdim.

Musa kalesi

Musa Kalesi

Musa Kalesi

Musa KalesiKaleden çıktıktan sonra Lübnan’ın simgesi olan sedir ağaçlarının kırmızı cinsini görmek üzere dereler tepeler tırmandık ancak gidip gelmesi epeyce uzun sürdüğü için geri dönmeye karar verdik.

Arabada yaklaşık 2-3 dakika süren bir beyin fırtınasından sonra Sayda ya da diğer adıyla Sidon’a gitmeye kadar verdik. Sayda Beyrut’ün 48 kilometre güneyinde bir sahil şehri. Güzel bir kalesi var ama yine Paskalya’dan dolayı ancak uzaktan resmini çekebildik.

Sidon, Saida Lebanon

Saida, Sidon

Saida, SidonŞehir Beyrut ve Byblos’a kıyasla daha yoksul görünüyor. Tatilden dolayı hemen hemen her yer kapalı. Sadece Kervansaray açık. Girerken nerelisiniz diyorlar. Türk diyince geçin diyorlar. Alman desek ne olurdu merak etmiyor değilim.

Kervansaray, Sidon

Sidon, Keyvansaray

Sidon, Kervansaray

Sidon, PazaryeriSayda’dan çıkınca önce kendi aramızda Tyre’ye ya da nam-ı diğer Sur’a doğru devam etsek mi etmesek mi diye biraz konuştuk. Sonra mesafenin 30- 40 kilometre bir şey olduğunu düşününce gidelim dedik. Turdaki rehberler gitmeyin gerek yok güneye inmeye demişti ama biz dinlemedik. Bir süre sonra etrafı bir toz bulutu kapladı. Yazılar Latin alfabesinden Arap alfabesine döndü. Bir yanımız narenciye bahçeleri, bir yanımız muz tarlaları. 40 kilometre yol bir türlü bitmek bilmedi. Stres olduk. Havanın bulanıklığı içimizi bulandırdı ama sonunda Tyre’ye vardık.

Sur, Lübnan

Sur, Lübnan

Tyre, Lebanon

Tyre, Sour, LebanonAndre bizi iskelede bırakıp park yeri aramaya başladı. Bu sırada çok fazla turistin olmadığı bu şehirde oturup yemek yemeği planladığımız restorandaki ağır yağ kokusuna alışmaya çalıştık. Ancak pek alışamadık. Bir yandan Arap yarıadasından gelen çöl fırtınasının yarattığı bulanık hava bir yandan sokaklarda kendimize benzeyen çok insan görmemenin yarattığı tedirginlik. Sonrasında acaba Beyrut’a geri dönsek mi diye bir düşünüp hala park yeri arayan Andre’yi geri çağırdık ve arabaya atladığımız gibi Beyrut yolunu tuttuk. Yolda cidden bir trafik kazası tehlikesi atlatmamızdan ayrı olarak BM’nin devriye gezen panzerlerini gördük. Yüzü kamuflaj boyasıyla yemyeşil boyanmış bir asker panzerin tepesindeydi. Resim çekmek ve çekmemek arasında tereddütte kalıp çekmemeye karar verdik. Bir ara düşündüm ne işimiz var buralarda diye. Ben bunu düşünürken sağımız solumuz muzlar ve narenciyeler.

Saat 4’ü geçerken Andre bizi sonunda Gemmayzeh’de indirdi. Bütün gün ülkenin yarısını bize gezdiren bu kibar taksiciye 100 dolar verip vedalaştık.

Karnımız açlıktan zil çalarken, bir süre restoran aradık. Kirphi HotDog yemeye bile razıydı. Acaba yöresel yemek yemek üzere Vedat Milor’un gittiği Le Chef’te mi yeseydik?  Bal yiyen baldan bıkar mantığı ile ve günlerdir yediğimiz humusların da etkisiyle kendimizi bir İtalyan restoranına attık. Aman ne de iyi yapmışız. Kendimizden geçtik. Buyurun buradan bakın…

Olio Beyrut İtalyan RestoranıBu fotoğrafta gördüğünüz atıştırmalık bizim 4 gün boyunca Beyrut’ta hiç sektirmeden yediğimiz Manoush. Bunun için belki de aykı bir parantez açmak lazım. Eğer yolunuz Beyrut’a düşerse, zahterli, peynirli, atatesli, domatesli olarak farklı çeşitleri bulunan manouche yemeden gelmemenzi tavsiye ederim. Gerçekten de leziz bir şey.

Olio Beyrut İtalyan Restoranı

Olio Beyrut İtalyan Restoranı

Olio Beyrut İtalyan RestoranıCarpaccio nefisti…. Toz, duman ve o kadar adrenalinden sonra yemeğin yanında şarap da nefis gidiyor…

Olio Beyrut İtalyan RestoranıPizzalar kocaman… Bu kadar büyük geleceğini bilsek belkide tek bir tane söylerdik. Nitekim tekinin yarısını paket yaptırdık…

Olio Beyrut İtalyan Restoranı

Olio Beyrut İtalyan RestoranıVe tatlı.. bu tiramisuya can kurban…

Olio Beyrut İtalyan RestoranıKıtlıktan çıkmış gibi ne var ne yok süpürdüğümüz Olio bize vaha gibi geldi. Olurda yöresel yemekleri yemekten bıkıp, birazcık daha standart yemek yiyeyim dediğiniz anda Beyrut’ta rahatlıkla tercih edebileceğiniz bir adres Olio.

Bu yemekten sonra biz Paul’de oturup bir şeyler içerken gecenin bir körü sabaha karşı kalkacak olan uçağımızı bekledik ve dolu dolu geçen 4 günün ardından İstanbul’a döndük.

Peki neleri yapamadık? Beiteddine Sarayı tadilatta olduğu için göremedik. Tatil nedeni ile kapalı olan Ulusal Müzeyi gezemedik. Tatil yüzünden durgun olan Beyrut gece hayatını çok anlayamadık.

Ancak çok uzun zamandır ilk defa ben burada yaşayabilirim dediğim bir şehirle tanışmış oldum. Benim beklentim ne ise Beyrut bana daha fazlasını sundu. İnsanların kibarlığı, trafikte yayalara yol vermeleri ile Beyrutlular kalbimde taht kurdu.

Geç oldu ama güç olmadı tanışmamız, İstanbul’a iki saatten az uzaklıktaki bu güzel şehri yeniden ziyaret etmek üzere söz vererek ayrıldık.

lovebeirut

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s