Araya çok zaman girmeden hızlı hızlı yazayım da kafamdaki hatıralar silinmesin demiştim ama yine olmadı tabi.. İki hafta sonra yeniden Tiflis’ten devam ediyorum.
İlk akşam uzayan muhabbet bizi ertesi gün nerede ise öğle saatlerine kadar yatırınca oteldeki kahvaltıyı kaçırmış bulunduk. gerçi kahvaltının da kaçırılmayacak bir tarafı yoktu. Otel iyi güzel ama kahvaltısı zayıf. Çok da sıkıntı değil bizim için çünkü dışarıda olmak daha bile iyi.
Attık kendimizi dışarıya…
Özgürlük Meydanını kesen sokaklardan birine daldık.
Kahve kokusunu sevdiğimiz bir yere hemen oturuverdik.
Downtown‘un kahvesi mis gibi. Mantarlı krep şahane… Birer club sandwich… yanına portakal suyu bol buzlu… O kadar iyi geliyor ki bize anlatamam… Bir kahve kesmiyor beni ikincisini söylüyorum…
Kahvaltıdan sonra ilk işimiz müze gezmek oldu.
Ana müzeler Rustaveli üzerinde.
Biz sadece National Galery’yi gezdik.
Meraklıları için aşağıdaki haritada epeyce müze var.
Rustaveli üzerinde çok güzel bir park var. Dinlenmek, kuşları dinlemek, havuz başında oturmak için ideal. Biz de bu fırsatı kaçırmıyoruz.
Burada Adamın bir büfeden aldığı hamur işlerinin tadına bakıyoruz.
Tiflisin her yanı bizdeki simitçilere benzeyen büfelerle dolu.
Khachapuri ve türevleri, tatlısı ve tuzlusu ile bu büfelerde…
Bu gördüğünüz bir nevi böreğin içi, bizim dolma içine benzer bir harç ile doldurulmuş…
Görüntü çok tuhaf olsa da inanın tadı kötü değil.. 🙂
İşte bu hamur işi satan büfelerden biri de aşağıda…
Parktan sonra yine arka sokaklara daldık.
Yürüdükçe yürüyoruz…
Sokaklar graffiti dolu…
Ara ara dinlenmeye devam ettik… Her defasında başka bira içtik.
Sokak aralarında sanat eseri gibi kiliseler köşeyi dönünce karşınıza çıkmaya devam ediyor…
Buradan bir de sanat galerilerinin ve barların olduğu sokaklara dalalım isterseniz.
Bu hanımefendi ile resim çektirmek bedava değil 🙂
Bu uzun yürüyüşün ardından Lonely Planet’in önerdiği bir restoranı aramak üzere bu defa Google Maps’e danıştık. Tiflisteki en güzel şeylerden biri şehir merkezinde Tbilisi Loves You adındaki free Wi-Fi. Bizde hiç rastlamadığım bu uygulama çok hoşumuza gitti. İnternetten uzak yaşayamayanlar için birebir.
Bir de şehir ortasında cep telefonunuza, metro kartınıza kontür yükleyebileceğiniz makineler var.
Daha başka ne marifetleri var biz anlayamadık ama gerçekten çok kullanışlılar..
Sokakta Türkçe konuşanlara rastlamak çok zor değil. Ciddi bir Azeri nüfusu da barınıyor. Tatil yapmaya ya da iş için gelen Azeri sayısı da çok…
Aralarda kiliseler karşınıza çıkmaya devam ediyor… Yer, gök kilise…
Bu kadar gezintinin ardından sonunda gideceğimiz restoranı buluyoruz. Shemoikhede Genatsvade…
Burası da bahçesi olmayan sadece kapalı mekanı olan bir restoran.
Döndükten sonra farkettim ki Vedat Milor ‘da bu restoranın Batum şubesine gitmiş.
Girişte, şu aşağıdaki Pirosmani tablosunu gördüğünüzde bilin ki doğru yerdesiniz..
Önce daha geldiğimiz gün sabahın köründe deneyip beğendiğimiz armutlu gazoz söylüyoruz. Yanında da birer shot votka. Önce votkadan bir yudum alıp ağzınızda bekletirken yutmadan bir fırt da gazozdan çekiyorsunuz. Nefissssss…
Bu aşağıda gördüğünüz bir çeşit mercimek çorbası, içinde bunun da bol miktarda kişniş var…
Sevmesem de kişnişi tadına yavaş yavaş alışıyorum.
Çok emin olmamakla beraber bu mercimek yemeğinin Gürcüler için bizim kurufasulyeye benzer bir manası olabilir gibi geliyor.
Bilen varsa ve paylaşırsa benimle çokkkk sevinirim.
Bu defa Khachapurinin rulo şeklinde olanı geliyor masaya, tat güzel, ama şaşırtıcı değil…
Adam yemelere doyamadığı şaşlığı yine götürüyor…
Ve Khinkali: Burada khinkalinin 4-5 farklı çeşidini yapıyorlar, patatesli ve mantarlının yanında etin içerisinde kişniş olan ve olmayan bir çeşidi var. Tepesinden ısırıp suyunu içerken kendimizden geçiyoruz. Tabak tabak Khinkaliler masalara yağıyor… Paket yaptırıp yanında götürenler var…
Bu restoranı o kadar sevdik ki ertesi akşam yeniden gelip, hem beğendiklerimizden azar azar daha yedik hem de yeni şeyler denedik… Şu şağıda gördüğünüz bizim şiş köfteye çok benziyor.. İncecik bir lavaşa sarılmış.
Aşağıdaki yemek Adam’ın sipariş ettiği bir et yemeği ancak şu anda adını ben de hatırlamıyorum… Güveçte pişmiş parça et, suyunu hiç kaybetmemiş, üzerinde erimiş peynir…
Bu yemekten sonra tahmin edersiniz nasıl bir ağırlık çöktüğünü… İşte o yüzden biz bakkaldan Bir şişe votka alıp otele döndük, duş yaptık, dinlendik, odada müzik dinleyip hafif hafif kafaları çektik o gece.
Arkasından saat 11- 11.30 gibi dışarı çıktık. Barlar sokağı denebilecek yerdeki bir Irish Pub’a daldık, bol bol dans ettik, bağıra bağıra şarkı söyledik…
Gece ışıkları altında Tiflis’in güzellliğine bir kez daha hayran kaldık…
Sonunda otele dönüp uyuduk… Ertesi gün Tiflis’e aşağı yukarı 10- 15 km uzaktaki Mtsheta’ya gitmek üzere sızarcasına yatak ve yorgana kavuştuk… Devamı gelecek…
Graffitiler harika
adamdan Irish Pub hatırası