Yakşalık 2.5 yıldır İstanbul’da olmama rağmen daha İstanbul’un hazinelerini karıştır karıştır bitiremediğim gibi, civarındaki gezi parkurlarına da adım atamamıştım. Bayram o kadar bereketli geldi ki bir sürü yeni yer görebilme şansına kavuşabilmemizin yanı sıra sonunda Ağva ve Şile tarafına da adım atabildik. Bayramın ilk günü Folklorik Turizmin Ağva Şile gezisine katıldık. Çok büyük bir beklenti ile gitmedik ama gerçekten de İstanbul’un Karadeniz ucundaki cici kasabayı görmekten çok keyif aldık.
Tur ile bir yerlere seyahat etmekten çok zevk almamakla birlikte aslında son dakika yapılan planlarda hayat kurtarıcı olduğunu da son bir kaç seferki deneyimlerimizde görüyorum. Bizim gibi kalk gidelim akıllı insanlar için fazla da bir şey düşünmeden hızlıca yola çıkabilme imkanı sağlıyor turlar. Tur şirketi eğer sizin dipdibe takılmanız konusunda takıntılı da değilse gerçekten çok eğlenceli oluyor. Zira böyle ortamlarda çok sosyal olduğum söylenemez. İki dakika önce tanıştığım insanlara hayat hikayemi anlatmak konusunda epeyce isteksizim. Tura bizim gibi katılanlar olduğu gibi orada yeni arkadaşlar edinip keyifle vakit geçirenler de var tabi. Yeter ki herkes kendi kafasına göre takılsın, herkes mutlu olsun.
Bir gece önce epeyce keyifle yediğimiz bir akam yemeğinin ardından Topless’ta çalan garip müziklerin eşliğinde Adamla birlikte birer içki daha yuvarlayıp evin yolunu tutmuştuk. Aslında tam bir sabahlara kadar eğlence modundaydık ki mümkün olsa ertesi gün gideceğimiz Ağva turunu bir sonraki güne ertelemeyi bile düşündük. Aslında iyi ki de öyle yapmamış ve eve nispeten vakitlice dönüp- saat 02.00 gibi!- ertesi sabah da turun hareket edeceği Mecidiyeköy Yapı Kredi Bankası önünde hazır olmuşuz. Yola çıktıktan sonra ilk işimiz yarım kalan sabah uykumuzu tamamlamaya çalışmak oldu. Kah gözlerimizi dinlendirerek kay hafifen uyuklayarak vardığımız Şile yolundaki Avcı köyünde bir kahvaltı molası verdik. Yemyeşil bir bahçede, ahşam masalar ve fokurdayan bir çaydanlık çay! Kahvaltıda ne getirdiklerinin gerçekten pek de önemi yoktu bizim için. Açık havada o yeşillerin arasında içtiğimiz çayın ne kadar lezzetli geldiğini anlatamam. Genelde evin çaycısı benimdir ama Adam bile benimle birlikte sabah sabah 3-4 bardak çayı deviriverdi. Bu minik bahçeli kahvaltı veren işletmenin köpekleri de bizimle birlikte kahvaltı ettiler. Uzun zamandır duymadığımız kadar horoz sesi duyduk sabahın ve bayramın geldiğini müjdeleyen.
Kahvaltıdan sonra ilk durak noktamız Kilimli Koyu oldu. Yalçın kayalıklara çarpan dalgalar, serinliği tepeden bile hissedilen bir deniz. Niye bilmem bu kadar sarp kayalıklarla çevrili olmasa da bizim aklımıza bundan 3-4 sene önce Amasra’ya yaptığımız seyahat geldi.
Hemen tepenin üzerindeki kafeteryada birer Türk kahvesi söyleyip anne babalarımızın bayramını kutladık. Hava o kadar sıcaktı ki aşağıya kadar inip turkuaza dönen kıyıda yüzme hayalini de kurduk.
Ancak görecek daha çok yer vardı Buradan kalktıktan sonra Ağvanın Göksu Deresi boyuna doğru yola çıktık. Ağvanın iki yanından da iki nehir geçiyor. Batı ucundan gecen derenin ismi Göksu, doğu ucundan geçen derenin ismi ise Yeşilçay. Göksu deresi tarafında oteller ve restoranlar yan yana sıralanmış vaziyetteler. Biz de öğle yemeğini alacağımız bu restoranlardan birinin önünden bir motora binerek yaklaşık yarım saat kadar süren bir nehir gezintisi yaptık.
Bu gezintiden sonra önce Ağva merkeze geldik. Buradaki halk plajının doluluğuna şaştık kaldık… Çoluk çocuk denizde… çığlıklar havalarda uçuşuyor…
Bu arada Şile sınırlarında olduğumuz için şile bezinden yapılmış giysi satan dükkanlardan birinden lacivert efil efil bir lacivert elbise kapmayı da ihmal etmedim. Sokaklarda yaptığımız kısa bir yürüyüşten sonra sıcaktan buharlaşan bedenlerimizi yeniden tur otobüsüne attık ve yeniden Göksu deresindeki retoranın yolunu tuttuk. Öğle yemeğinde Çupra ya da Levrek seçenkerinin yanında köfte de dahildi tur programına. Biz tercihimizi balıktan yana yapıp yanına da birer duble rakı ile soframızı şenlendirdik. Ardından Şileye doğru yola çıktık. Şile Ağva kadar sevimli olmamakla birlikte, Türkiye’nin en eski ve aktif fenerinin süslediği manzaralar burada da iç ferahlatıcı cinsten.
Şiledeki serbest zamanın ardından bu defa Saklı Göl denilen bir yapay gölete doğru yola çıktık. Havanın sıcaklığı Saklı Göl etrafındaki işletmelerde yakılan mangalın sıcağı ile birleşince üzerimizden dumanların tüttüğünü anlayabilirisniz. Aşağıdaki resimde görünen sakin ve serin renkler nasılda yanıltıcı duruyor bir bilseniz. Dondurmanız var mı sorusuna garsonun verdiği sıcak dondurmamız var cevabı bizi kahkahalara boğarken (Laf aramızda, evet topluluk içerisinde kahkaha atıyorum– çok güzel oluyor siz de denesenize! :)) biz sıcaktan erimiş şekilde ülke olarak sıcak altında mangal yapma sevdamızın nedenlerini irdeledik. Bana sorarsanız en iyi mangal akşam serinliğinde yanan mangaldır!
İşte böyle bir yolculuğun ardından yeniden otobüsümüze binerek İstanbul’a doğru yola çıktık. Ben yolda daha önce İstanbul – Ankara uçaklarında başladığım Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikayesi romanını bitirdim. En iyi Zülfü Livaneli kitabı olmasa da yine de böyle yollar için güzel arkadaşlık etti bana. Yorgun argın vardığımız evde akşam kah kanepeye kah yatağa yayılarak dinlendik. Şimdiden diyorum ki darısı diğer İstanbul civarı gezilerine. Geziyle kalın…