Londra’da lezzet durakları 1: Barrafina Soho

Geçtiğimiz sene Temmuz ayında iş için yolum Londra’ya düştüğünde bir iki gün önceden gidip haftasonunu da oraya geçirmeye karar vermiştim. En son Londra ziyaretimin üzerinden nerede ise iki buçuk sene geçmiş, güzelim şehir burnumda tüter olmuştu. Bir şehirde uzun zaman geçirdikten sonra ayrılsanız dahi her yeni ziyaretinizde sanki hiç gitmemiş, yıllardır orada yaşıyormuşsunuz hissini size veriyorsa o şehir artık sizin bir parçanız olmuş gibi geliyor bana. Londra’nın bu kucaklayıcı tavrı ve hissiyatı daha havalimanında sarmaladı beni. Üstelik şansımıza hava da nefisti. Otele eşyaları bırakıp kendimizi dışarı attık.

İlk durak her zamanki gibi Covent Garden oldu. Buradaki publardan birinin balkonunda Pimslerimizi yudumlarken, aşağıdaki sokak sanatçılarını izledik.

Covent Garden

PimsSonrasında Trafalgar Square’den nehir kıyısına indik…

Trafalgar SquareNehrin güney yakasına geçtik… Adet olduğu üzere Knights Bridge’e kadar yürüdük…

The Anchor

Shakespeare's Globe

 

Knights BridgeTower of London’a selam vermeyi ihmal etmedik…

Tower of LondonYol boyunca publarda ara verip her birinde bir bira içtik… Son molayı  St. Katherine’s Dock’ta verdik..

St. Katherine's Dock

Dicken's InnBir başka gün Hyde Park’a gittik… Şu sandalyelerde yatıp gökyüzünün tadını çıkardık…

Hyde Park

PANO_20140817_163156

IMG_20140817_163140Bu kadar Londra nostaljisi yeter derseniz, gelelim asıl konumuza. Londra’ya bu son ziyaretimde güzel restoranlar deneme şansım oldu. Bunlardan özellikle bir tanesi beni benden aldı dersem hiç abartmamış olurum. Barrafina Soho’da bir tapas bar. Frith Street’deki bu ufak ve her daim kalabalık lezzet cenneti 2007 yılında açılmış. Önünde daima kuyruk var ve sıranın size gelmesi yaklaşık 1 saat sürüyor. Rezervasyon almıyorlar o nedenle beklemek herkesin kaderi. Ancak oturduktan sonra önünüze gelenler ağzınızın kulaklarınıza varmasına sebep oluyor. Beklerken içkinizi söyleyip yanına da et tabağı isteyebiliyorsunuz. Biz beklerken o kadar acıktık ki bir şişe beyaz şarabın yanına kocaman bir et tabağını gümlettik.

Barrafina

BarrafinaBu arada benim daha yeni haberim oldu ancak ikinci bir şubelerini de Adelaide Street‘e açmışlar. Sıra sonunda bize geldiğinde dakikalardır diğer misafirlerin söylediklerine bakmaktan helak olmuştuk ancak oturduktan kısa bir süre sonra bize  servis yapılmaya başlayınca mutluluktan deliye döndük.

Barrafina

Barrafina

barrafina

Barrafina

Barrafina

BarrafinaYemeklerin isimlerini hatırlamıyorum. Gördüğünüz yayvan balık dil balığı, bir yiyen bir daha vazgeçemiyor. Ahtapot, yengeç, kırmızı biberli ve yumurtalı tapas ve hatta marulla servis edilen bacon dilimizi damağımızı çatlattı, ağzımızda bir bayram havası estirdi. Burada otururken yurtdışında Türk mezelerinin bu tarzda servis edildiği bir bistro-meyhane açmak nasıl olur diye sormaktan kendimi alamadım. Bence nefis olur sanki. Biraz global bir dokunuşla önünde kuyruklar oluşan bir restoran açmak çok zor olmasa gerek. Yemekten önce zeytinyağı, narekşisi, sumak ekşisi, yanında cevizli, acılı, salçalı kızarmış ekmeklerin üzerine sürülmelik ezme, hatta iyi kalite ızgara sucuk, pastırma, balık pastırması, sonrasında kabak çiçeği dolması, levrek marine, kalamar dolma, ızgara ciğer, ızgara ahtapot ve kalamar, enginar yatağında karides… Liste böylece uzar gider…

Olurda yolunuz Londra’ya düşerse, lütfen Barrafina’ya bir şans verin.. Pişman olmayacağınıza eminim.

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s