Adolf, The Book Thief ve The Boy in the Striped Pajamas

Ocak ayının son haftasına geldik bile, bir yandan yeni yıl hedefleri peşinde elimden geldiği kadar aldığım kararlara uygun bir hayat yaşamaya çalışırken, iş tıpkı geçen yıl bu zamanlarda olduğu gibi bastıkdıkça bastırıyor. Kendimi takip ettiğim çizelgelerde durumum kimi konularda epeyce iyiyken bazı konularda pek de becerikli olamadığımı görüyorum. Bir sürü şeyi aynı anda değiştirmeye çalışınca herşeyi iyi yapamıyormuş insan onu anlıyor. Bu ay toplam 3 kez şehirdışına seyahat ettim.  Hatta önümüzdeki hafta da yine bir yolculuk yapacağım. Bu kadar çok gidip gelince arada bazı şeylerin ucunu kaçırdığım oldu ama pes etmek yok, biliyorum ki eninde sonunda her konuda aşama kaydetmek mümkün olacak. Önümüzdeki hafta ilk ayın sonuçlarını sizinle paylaşacağım o yüzden daha uzatmadan  konuyu değiştirip izlediğim bir oyun ve iki de filmden bahsetmek istiyorum.

Bu aralar biraz tesadüf eseri II. Dünya Savaşı ile ilgili iki filmi arka arkaya izledim üstüne de Burak Sergen’in oynadığı Adolf isimli oyunu Bo Sahne’de izledim. Önce Adolf’ten başlayalım istiyorum.

Burak-Sergen-AdolfOyun Adolf Hitlerin intihar etmeden önceki son bir kaç saatini anlatıyor. Bundan yıllar yakşalık 20 yıl evvel  ilk kez Ankara Devlet Tiyatrolarının Budala isimli oyununda izleme şansını bulduğum Burak Sergen, tıpkı hatırladığım gibi sahnede döktürdü. Oyunculuğunun 10 numara olmasının yanında sergilediği fiziksel performans gerçekten olağanüstü idi. Oyunun metini çok daha doyurucu olabilirdi diye düşünüyorum ancak bir yandan da nerede ise aklını tamamen kaçırmış, şizofreninin zirvesinde gezen bir adamın konuşmalarının başka şekilde yazılabilmesi mümkün müydü bilemiyorum. Fena olmayan bir tiyatro izleyicisi olmakla birlikte metin yazarlığı çok anladığım bir iş olmadığı için ahkam kesmek istemem. Bo Sahnenin salonu ufak bir salon, özellikle en önde oturanlar oyunun nerede ise bir parçası oluyorlar. Öyle ki Adolf’ün sorularına cevap vermek, zaman zaman ani hareketlerinden dolayı ürkmek, bol tükürüklü konuşmasından nasiplenmek işin bir parçası. O yüzden aktörle sıkı temas içerisinde olmak istemiyorsanız yerinizi en önden almayın 🙂

Bizim yerimiz en önde idi ve Adolfün sorduğu sorulardan ve tükürüklerden payımızı bol bol aldık. Burak Sergen Hitler faşizmini öyle bir ironi ile anlatıyor ki, belki inanmayacaksınız ama oyunun çoğunu kendimi gülmemek için tutarak geçirdim. İlk dakikalarda gülmemem lazım diye kendimi sıkıp durdum ancak baktım ki kaşlarımı daha fazla  çatamayacağım, kendimi koyuverdim gitti.

Gelelim ikinci dünya savaşı filmlerine… İzlediğim iki filmden ilki  Kitap Hırsızı – The Book Thief oldu. Savaş sırasında, Liesel annesi tarafından bir aileye evlatlık verilmek zorunda kalıyor. Sert bir anne profili ve son derece ince bir mizah anlayışına sahip yeni babasının yanında hem yeni arkadaşlar ediniyor, hem de okuma yazmayı öğrenmesinin ardından tam bir kitap kurdu olup çıkıyor. Bir süre sonra kaçak olarak evlerinin bodrumunda saklamak zorunda oldukları Yahudi kökenli eski bir aile dostunun oğlu da işin içine girince ortaya gerçekten çok iç ısıtıcı bir hikaye çıkıyor. Aile, arkadaşlık, anne, evlat, ilişkileri ile sımsıkı örgülü bir film bu. Ayrıca eğer bu dönemde elinize bir kitap alıp okumakta sıkıntı çekiyorsanız sizi çok yüreklendirip, motive edecek bir film olabilir bu film.

Kitap Hırsızıİkinci film The Boy in the Striped Pajamas– yani Çizgili Pijamalı Çocuk. Bu film de yine çocuk gözünden anlatılan bir savaş filmi. Savaşın korkunçluğunu  toplama kampından sorumlu olan SS Komutanının oğlu Bruno  ile kampta hapsedilmiş aynı yaştaki Shmuel üzerinden anlatılıyor. Gerçekten içinizi acıtan ve ruhunuzu ağırlaştıran bir film. O nedenle morale ve neşelenmeye ihtiyacınız olma bir vakitte izlemenizi tavsiye etmem.

the_boy_in_the_striped_pajamas01Bundan yaklaşık 3 yıl önce iş için Polonya’ya gitmiş ve Auschwitz- Birkenau‘yu gezmiştim. Bu iki kamp benim hayatımda ziyaret edip, gezip tek bir fotoğraf dahi çekmeden geldiğim ilk yer olmuştu. Nedeni çok basit, insanın insana böyle bir şeyi reva görmesi, pek de hatırlamak ve sonrasında açıp bakmak isteyeceğiniz şeylerden biri değil.

İnsanoğlu yeryüzündeki ilk gününden bu yana başka hiç bir canlının olmadığı kadar şiddet yanlısı oldu. Maalesef bu durum aradan geçen yüzyıllarda daha da kötüye gitti ve silahların tahrip gücü artıkça insanın içindeki vahşet de büyüdü. Şiddet, faili meçhuller, kadın cinayetleri, işçi ölümleri hayatımızın bir parçası oldu.  Aç kalan, yaşam alanı yok edilen yabani domuz yavrusunun şehre inmesinin ardından kendisine yapılanlar ortada. Tüm bu örnekler, yaşam hakkına duyulması gereken saygı açısından ne noktada olduğumuzu gayet güzel ortaya koyuyor.  Güçlü görünenin azınlıkta ve zayıf görüneni sömürme ve ezme arzusunun daha büyük bir zayıflıktan kaynaklandığını milletçe idark edebileceğimiz günlerin hayalini kurarken sizlere şimdiden nefis bir Pazar günü diliyorum.

2 comments

Add Yours
  1. ekmekcikiz

    Geçen sene kitap kulübümüzde Kitap Hırsızı’nın kitabının okunduğu ay, nedense bir türlü kitabını okuyamamış ve son anda filmi seyretmiştim. Kitabı da güzelmiş, belirteyim. 🙂

  2. Epicurious

    Bu arada, yorumların hepsi gelmiş, teknoloji de bazen şaşıyor! Kitabı bilmiyordum eminim filmden daha güzeldir. firsat bulursam onu da okuyacağım 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s