Haziran’ın son haftasında bir toplantı için yolum Bangkok’a düştü. Klasik her toplantıda olduğu gibi maalesef nerede ise dışarıda gezecek hiç vaktimiz olmadı ama her zaman hatırlayacağım güzel anları cebime koyarak İstanbul’a geri döndüm. Baştan uyarayım bu bir tarihi-kültürel gezi yazısı değil. Tamamen yemek ve içmek üzerine kurulu, araya hafiften masaj soslu bi yazı. O yüzden ne yazık ki Bangkok’a bir kez daha gitmem gerekecek 🙂
9 saatlik bir uçuşun ardından Bangkok’a indiğimizde havalimanından dışarı adım atar atmaz yüzümüze çarpan sıcak havadan nevrimiz döndü desem yeridir. Derdimiz bir an evvel Hangover II.’nin çekildiği Lebua at State Tower’a ulaşmak. Hangover filmlerini sever misiniz bilmiyorum ama ben Bradley Cooper’ın oynadığı hiç bir filmi sevmemezlik edemiyorum sanırım.
Otele varıp, anahtarlarımızı alıp yukarı çıktığımızda güzel bir sürpriz bizi bekliyordu. Kocaman bir suit oda, kocaman ve ışıl ışıl br banyo gerçekten de mutluluk vericiydi. Otelin bize torpil geçtiğini de sanmayın, zaten bütün odaları suitmiş.Hatta 21’inci katta olduğumuzu öğrendiğimizde otelin en iyi manzarasına sahip olacağımızı düşünmenin ne kadar yanlış olduğunu aynı akşam 64’üncü kattaki Sky Bar’ı görünce anladık.
Odaya eşyaları bırakıp duş aldıktan sonra yemeğe kadar olan vakitte yapılabilecek alternatifleri gözden geçirdik. Çok fazla düşünmemize gerek kalmadan kendimizi otelin karşısındaki masaj salonuna attık. Önümüze kocaman bir menü getirdiler. Zannedersiniz ki restorana geldik, yemek yiyeceğiz. O kadar kalın bir menü. Ben happy feette karar kıldım. Ayak masajı diyebileceğimiz happy feet aslında ayağınızdan dizinize kadar olan bölgeyi içeriyor. Deniz tuzları ile ovulan ayaklarım hem pamuk oldu hem kanat taktı sanki. Aşağıda gördüğünüz masajdan sonra gelen yasemin çayı…
Bangkok’taki ilk yemeğimizi bizim İsrailli ekiple beraber yedik. Onların bildikleri iyi bir lokanta varmış çok da sorgulamadan haydi gidelim dedik. ve işte Taling Pling‘deyiz. Çok sevimli bir restoran renkler iç açıcı, ferah. Servis hızlı.
Karnımız zaten zil çalmakta, menünün hepsini getirseler itirazımız olmaz. Ama önce içeceklerden bahsetmek lazım belki de. Bangkok’da mango bir başka, ama herşeyin başı limonotu. Mutfaklarında en çok kullandıkları malzemelerden biri, hatta baş tacı. Görüntüsü bile inanılmaz derecede serinletici. Benim Türkiye’de müptelası olduğum Starbucks’ın mangolu frozenı ile kıyaslandığında inanılmaz yoğun bir mango tadı var buradakinde. Sanki gerçekten mango yiyor gibi hissediyor insan.
Ardından yemekler sofraya birer birer gelmeye başlıyor. Bir sürü iştah açıcı söylüyoruz… Her biri birbirinden renkli… Adını hatırlayabildiklerimi yazacağım ama bir kısmını hiç hatırlayamıyorum.
Sarımsaklı kızarmış ekmek ve deniz tarağı… Bu muhteşem bir tabaktı…
Benim bir diğer favori tabağım aşağıdaki hindistan cevizi sütlü ve kırmızı körili tavuk.. Bayıla bayıla, hafiften yana yana hepsini bitirdim bu tabağın…
Ve tatlılar…
Bu yemekte tıka basa doyduktan sonra otelin yolunu tuttuk.
Odaya çıkıp üzerimizi değiştirip bu defa otelin 64’üncü katındaki Sky Bar’a çıktık.
Çıkarken üzerimizi değiştirmemizin sebebi, bara girişte bir giyim kodunun olması. Bundan dolayı parmak arası terliklerimizi ve şortlarımızı çıkarıp elbiselerimizi pantalonlarımızı ve ayakkabılarımızı giyip yuarı çıktık.
Deli gibi bir kalabalık bizi karşıladı. Zaten asansördeki kuyruktan da anlamalıydık.
Çıkınca terastan şehri seyre daldık biraz…
Epeyce bir sohbet muhabbetten sonra birinci günümüzü bitirip odalarımıza yollandık.
Gece o kadar rahat bir uyku çekmiş olmalıyım ki sabah çalan saatleri duymayıp, toplantıya 1 saat geç kaldım! Yani özetle Lebua’da kalınır, yataklar gerçekten çok rahat.
Ertesi gün sabahtan akşama kadar süren toplantıyı bitirdikten sonra yeniden Sky Barın yolunu tuttuk. Bu defa şirket yemeği için 🙂
Bakın hava aydınlıkken aşağıda manzara nasıl…
Burada içkimizi yudumladıktan sonra yukarıdaki yemek salonuna geçtik. Devasa bir açık büfe, istemediğiniz kadar kabuklu bözek, körüler, istemeyene steakler, ve tatlılar… Başta da söylemiştim ya 4 gün boyunca sadece yedik ve içtik 🙂
Bu geceyi de afiyetle bitirip yine odamıza döndük. Ertesi gün büyük gündü çünkü herkesin kendi zevkine göre seçtiği bir sosyal aktivite vardı. Ben tahmin edileceği üzere yemek pişirmeyi seçtim ve çokkk keyifli bir 3 saat geçirdim. Yemek kursunu bir sonraki yazıda anlatmak üzere bu yazıyı burada tamamlıyorum.