Seyahat etmek o kadar heyecan verici bir şey ki insanda ne yorgunluk bırakıyor, ne de yorulduğunu hissettiriyor. Yeni hayatlar, yeni tatlar, yeni renkler görmek için seyhat bulunmaz bir şey, hayatın can damarı gibi, kendi hayatınıza sıkışıp kalmaktan sizi kurtardığı gibi başka hayatları da sizinkine katıveriyor. Sizi birden fazla hikayenin oyuncusu, aktörü yapıyor.
Bu kadar gitmekten bahsedince yine aklıma kumsallar, dalgalar geliyor benim. Yazı yarıladık bile. Tatile de gidemedik daha. Günler geceleri kovalarken aslında buradakiler için bile ne çok şey var bu şehirde. Bu yaz pek çok konser iptal oldu. Geçen yaz ki kadar şenlikli bir mevsim olmadı hiç birimiz için ama yine de o kadar kötü durumda değiliz canım. Mayıs’tan beri pek çok yeni mekan denedik. Elimizden geldiği kadar İstanbul’u gezmeye, denemediklerimizi denemeye, göremediklerimizi görmeye çalıştık. Hatta öyle ki Bundan sonra İstanbul’da olduğumuz her haftasonu yeni keşfettiğimiz bir İstanbul köşesi ya da belki de yakın bir şehirle huzurlarınızda olacağım. Yeter ki yol olsun biz gidelim… Varalım başka yerlere…
Bu haftasonu hafiften ufak bir alışveriş yapıp, 50 faktör korumalı güneş sütlerini aldım bir kenara koydum. Mayoları bikinileri bir kenara çıkardım. Hatta şortlar, askılı bluzlar, boncuklu bilezikler aldım kendime. Plaj çantamı İstanbul’daki evde bulamamıştım ki sağolsun alışveriş yaptığım mağazalardan biri hediye ediverdi hem de iki tane. Birini kız kardeşime verdim bile. Heyecanlıyım ve iple çekiyorum önümüzdeki Cumartesi gününü. İzinden önceki son hafta olacağı için yine bir Ankara’ya gitme ihtimalim var. Pek de istemiyorum aslında ama, iş bu, yapacak birşey yok. Neyse az kaldı. Beşten geriye sayacağım sadece.
Bu arada bir kaç aydır İstanbul’da yaptığımız yeni keşifleri burada kalanlar için paylaşmak istedim. İstanbul’da yazı geçirecekler için faydalı olur diye düşündüm. Öncelik restoranlar…
Anadolu yakasından başlıyorum. Semtimiz Koşuyolu. Oturduğumuz semt olduğu için sürekli olmasa da ara ara denediğim mekanları burada yazmaya çalışmıştım. Bunun için şu yazılara bakabilirsiniz : bir – iki – üç
Burası parkları, kedileri ve pastaneleri bol bir semt. Pastanelerin hemen hepsini seviyor ve zaman zaman gidiyorum ancak bir tanesinin yeri benim için çok müstesna: Yeşil Çay Pastanesi. Web Sayfaları yok. Foursquare’de gelip giden misafirlerin çekip, paylaştığı resimleri burada bulabilirsiniz. Nerede ise her sabah uğrayıp aldığım dereotlu puaçayı çantama atıp, vapurda yanına söylediğim çayla mideme bayram yaşatıyorum dersem yalan olmaz. Hatta bazı sabahlar, trafik dinsin de karşıya rahat geçeyim diye düşünüp, oturuyorum öndeki masalardan birine, bir de çay söylüyorum poğaçamın yanına.
Yeşilçay’ın sadece poğaçaları değil, börekleri, özellikle kıymalı kol böreği, çekirdekli simiti, ve tatlıları da birbirinden muazzam. Ne ararsanız var. Bir defasında çilekli pastalarına vurulmuştum. Bir başka seferinde güllaçına, sütlü nuriyesine. Aşağıda gördüğünüz milföylü çilekli pasta ve profiterolü midemize indirdikten sonra içimiz bayıldı biraz da üzerine börek yiyelim diyerek garsonları da şoka soktuğumuz gün anladım ki ben Yeşilçay Pastanesinin en büyük hayranlarından biriyim.
Gelelim açılalı epeyce bir zaman olan ama bizim bundan ancak bir iki ay önce uğrayabildiğimiz Eftal’e. Eftal aslında bir şarküteri. Koşuyolu’nda şubesi var. Burası aynı zamanda bir et lokantası. Bir akşam Adamla rastgele uğrayıp menüyü açana kadar buranın hem meze servis eden hem de et ağırlıklı bir restoran olduğunu bilmiyorduk. Uzun uzun oturacağımız bir akşam değildi ama ucundan mezelerini ve etlerini tatma fırsatı bulduk. Girit ezmesi ve kocaman mücver çokkk lezzetliydi…
Benim istediğim lokum güzeldi ancak daha az pişse çok daha iyi olurdu. Düşününce bana eti nasıl istediğimi sormadıklarını hatırladım. Ben de orta pişsin demeyi unuttum. Sonuç iyi pişmiş lokum. Yine de lezzetliydi. Adam köfte istedi ve onun tabağı da gerçekten çok iyiydi. Bu civar için iyi bir seçenek olmakla birlikte fiyatların ucuz olmadığını da söylemeliyim.
Üçüncü bir Koşuyolu mekanı Trattoria da Rosario. Buraya bundan epeyce zaman önce kış mevsiminde gitmekle birlikte yazacak fırsat bulamamıştım. Adından da anlaşılacağı üzere bir İtalyan lokantası burası. Epeyce özenli, süslü, biraz karanlık. Belki de ben kış vakti gittiğim için bana öyle gelmiştir. Hatırladığım bir diğer detay içerisinin aşırı sıcak olduğuydu.
Önce kurutulmuş domates, patlıcan ve zeytinli bu tabağı getirdiler, yanında zeytinyağı ve baharatlarla tatlandırılmış bir sepet kızarmış ekmekle beraber. Zaten siparişler gelmeden bu tadın içerisine öyle bir yumulduk ki nerede ise doyup kalkacaktık.
Ardından gelen pizza 3 kişiyi doyuracak büyüklükteydi…
Yaz mevsiminde nasıl olur hiç bilmiyorum burası… Ama bu civarlarda iseniz belki bir göz atmak istersiniz.
Bahar zamanı Kadıköy’ün klasik markası Çiya Lokantasının ardından bu defa Üsküdar’ın klasiği olan Kanaat Lokantasını denemeye karar verdik ve bir iş çıkışı, Kanaat’e yolumuzu düşürdük. Sonuç maalesef pek memnun edici olmadı bizim açımızdan. Herşey çok yağlı, türlünün içindeki et çok sert, dolmalar Çiya’yı aratır cinstendi. Yeniden uğrayacağımızı sanmamakla birlikte, başka birilerinden olumlu tavsiyeler içeren bir bildirim gelirse yeniden deneme yolunu da kapatmak istemiyorum.
Anadolu yakasından restoran yorumlarını dinlediniz.
Restoranlar dışında, özellikle bu aralar Caddebostan sahili bir harika… Özellikle akşamları… Alın bir portatif sandalye.. Kuruluverin denizin karşısına… Elinizde içeceğiniz, yanınızda sevdikleriniz olduktan sonra eminim halen İstanbul’da olduğunuzu hissetmeyeceksiniz bile…
[…] ← İstanbul’da yaz nasıl geçer? (1) : Anadolu Yakası Restoranları […]
[…] Daha fazla Öneri için (bir) (iki) (üç) […]