New york’ta biz bir tam günümüzü alışverişe ayırdık. Bunun için de Woodbury Common‘a gittik. Eğer sizin de geniş çaplı bir alışveriş planlıyorsanız kesinlikle Woodbury’i tavsiye ederim. İlk bir iki günümüzde alışverişi aradan çıkarınca da yine verdik kendimizi New York sokaklarına. İşte sırada Empire State ve Flatiron’u kapsayan Mid-Town günümüz.
Empire State için herkes aman çok kuyruk oluyor erken gidin demişti. Biz de o sabah çok geç olmadan yola koyulduk. Ancak zaten elimizdeki New York City Pass ile en azından bilet kuyruğunu atladık. Zaten binaya yaklaştıkça görüyorsunuz ki sokaklar bilet satan karaborsacılarla dolu.
Benim için Empire State Sleepless in Seattle ve Gossip Girl demek. 1931 yılında tamamlanan bina 443 metre yüksekliğinde. Binanın yapımı tamamlandığında kiralarının yüksekliğinden dolayı fazla rağbet görmemiş. Hatta bir ara Empty State Building olarak da anılmış. Binanın boyutlarını anlatmak için Big Ben’in 67, en yüksek piramitin 107, Eyfel Kulesinin 319 metre olduğunu söylemem yeterli olur sanırım. Doğal bir paratoner görevi görüyormuş ve yılda ortalama 100 yıldırım düşüyormuş binaya. Asansör kuyruğunda hızlıca ilerliyoruz ve sonunda tepedeyiz. Bizim City Pass’imizle ancak 86. kata kadar çıkabiliyoruz. Ancak dileyenler için 102. kattaki gözlem kulesine çıkmak da mümkün. Biz sabah çıktık tepesine ama eminim ki gece de buradan manzara çok güzeldir. İşte size New York!
Buradan çıkmadan önce mutlaka mağazaya uğramanızı tavsiye ederim.. Binbir çeşit hediyelik ve orijinal eşyayı burada bulabilirsiniz. Biz çıktıktan sonra ütü binaya doğru yürüdük. Az önce Empire State’in tepesinden gördüğümüz Flatiron Building işte burada. Yapıldığında rüzgardan yıkılıacak diye beklemişler ama bakın hala ayakta.
Tam yanında Madison Square Park var. Karşısında ise Eataly. New York’a gitmeden önce okuduğum tüm Türkçe bloglarda Eataly’den bahsedildiğini görünce burayı zaten listeme almıştım. Henüz New York’ta yemekten hiç bahsetmediğimin farkındayım. Zaten nerede ise 1 hafta boyunca birbirinden güzel hamburgerlerle beslendiğimiz için onları ayrı bir yazıya bırakıp burada Eataly’i anlatmadan geçmek istemiyorum. Eataly gerçekten görülmeye değer bir yer. Umarım Zorlu Center’ın içine açılacak olan da New York’daki kadar başarılı olur. Burası hem bir gurme market hem de farklı restoranlarıyla insanın ağzını sulandıran bir cennet. İçeride yemeyi bırakın alışveriş yapıp evde buradan aldıklarınızla yemek pişirmek bile nefis bir tecrübe olur. Bir akşam buradan alışveriş yapıp evde makarna bile yaptık. Bunu hep yapabilmek ne güzel olurdu.
İçeride nerede ise 1 saat kalıp müze gibi gezdiğimiz Eataly’den yemek yemeden çıkmak istemedik. Hem de denk getirip iki gün üstüste öğlenleri burada yedik. İlk gün taze taze açılmış makarnalarından denedik. İkinci gün deniz ürünlerinden tattık. Yumyum yum. Yanına da birer kadeh sarap söylediniz mi değmeyin keyfinize…
Hayatımda yediğim en güzel ızgara kalamarlardan birini de burada yedim desem… Gerçekten çıldırtıcı bir tabaktı bu…
Bu da sonradan gelen yılan balığı, ancak bunun yerine bir kalamar daha yesem daha mutlu olurmuşum. Çok beğenmedim. Tatsız tuzsuz geldi ne yalan söyleyeyim.
Sonrasında kahvelerimizi ve tatlımızı alıp, dikkandan çıktık ve yan taraftaki büfenin önündeki masa sandalyelere oturup Flatiron manzarasına karşı kendimizden geçtik.
Biz buradan doğruca Chelsea Market’a yollandık. Burası da New York’un bir başka lezzet durağı. Ancak karnımız o kadar tok olunca sadece bakmakla yetindik. Deniz ürünü yemek isteyenler burayı sakın kaçırmasın derim.
Buraya kadar henüz günümüzün yarısı bitti ama ben lafı çok uzatmadan burada bitiriyorum ve bir dahaki yazıda bu bölgede gezinmeye devam ediyorum.
epey bekledik yeni yazılar için ancak beklediğimize değdi. elinize sağlık.
Çok teşekkürler, devamı gelecek 🙂
[…] miyiz diye bakınırken, Eataly’i görünce şüphe etmeden içeri girdik. Geçen yıl New York’ta görüp bayıldığımız Eataly’nin bu kadar kısa bir süre sonra İstanbul’a gelmesi […]