İstanbul’a taşındığımdan beri listemde durup da gidemediğim Kariye Müzesi ve Asitane’ye geçenlerde bir haftasonu gitmeyi başardık. Herkesin mutlaka git gör diedikleri bu güzel Kilise- Cami gerçekten de Ayasofya’dan sonra İstanbul’da gördüğüm en etkileyici kilise oldu. Edirnekapı’daki kilisenin önünde güzelce de bir meydan var.
Asıl adı Chora olan kilise Osmanlı hakimiyetinden sonra Kariye adını almış. Constantinus zamanında İstanbul surlarının dışında kalan Chora Theodosius zamanında surların içerisine alınmış ancak ismi kırsal alan olan Chora olarak kalmış. Burada inşa edilen ilk kilise bir depremde yıkılmış, daha sonrasında da epey köklü restorasyonlar geçirmiş. Kilise 16. yüzyılın başında Atik Ali Paşa tarafından camiye dönüştürülmüş ancak sahip olduğu muhteşem mozaikler ve freskler hiç bir zaman kaldırılmamış ama zamanla alçı, boya ve kirle kaplanmış. Sonrasında ise Amerika Bizans Enstitüsü tarafından restore edilmiş. Dışarıdan gayet mütevazi görünen bu müze içine girdiğinizde gözlerinizi kamaştırıyor.
Her bir mozaiğin bir hikayesi var. Anlatmak isterdim ancak anlamsız uzun ve rehber kitapların tekrarı olan bir blog yazmak istemiyorum. Eğer detaylı bilgi edinlmek isterseniz Kariye’yi anlatan kitaplar bulabileceğiniz gibi Saffet Emre Tonguç ve Pat Yale’in Istanbul Hakkında Her Şey kitabına da bakabilirsiniz. Mozaiklerin her birinin hikayesini bilerek gezmek en iyisi. Çünkü İsa Peygamberin hayatının dönüm noktaları mozaiklerde bir bir anlatılmış. O yüzden siz bizim gibi yapmayıp gitmeden önce dersinize çalışın. Çalışmazsanız benim gibi dönünce çalışmanız gerekebilir.
Kariye’den çıktıktan sonra hemen yanı başındaki Asitane‘ye girdik. Asitane 16-17 yüzyılın reçetelerini uygulayarak Osmanlı mutfağını bugünlerde yaşatan bir restoran. Kariye-Asitane planını o kadar uzun zamandır istiyordum ki ani bir kararla kendimizi burada bulunca bir süre garip de hissettim. Büyük olasılıkla saatin Pazar akşamı 17.00 civarı olması sebebiyle içerisi bomboştu. Beyaz masa örtüleri ve dekorasyonuyla gerçekten ağır bir restoran. Öyle derim bir sessizlik vardı ki fısıltıyla konuştuk diyebilirim bütün yemek boyunca. Öte yandan garsonlar şimdiye kadar gördüğüm en iyi garsonlar arasında idi. Yemekler konusunda fazlası ile bilgili, her sorunuza rahatlıkla ve sizi tatmin edecek şekilde cevap veriyorlar. Biz ortamın ve menünün epeyce yabancısı olduğumuz için bu rehberlik hizmeti bizim epeyce hoşumuza gitti.
Menüye siz de gözatmak ister miydiniz? Yemeklerin yanında yazan yıllar o tarifin hangi tarihe ait olduğunu gösteriyor. Çok heyecan verici değil mi? Muhteşem Yüzyıl’ın rating rekorları kırdığı dönemde bile Asitane’nin adının çokça duyulmaması şaşırtıcı. Anlayabildiğim kadarı ile yerlilerden ziyade turistlerin uğrak yeri olan bir restoran burası. Menüde çorbalar, başlangıçlar, ara sıcaklar, ana yemekler ve tatlılar var. Menüleri içki açısından da zengin.
Önce çorbalardan başlıyoruz. Ben her şeyine bayıldığım Badem Çorbasıyla başlıyorum, Adam Kestaneli Terine Çorbası söylüyor. Öğreniyoruz ki Kestaneli Terine çornası aslında bizim bildiğimiz tarhana çorbasının kestanelisi.
Benim çorbam muhteşemdi. Badem, süt ve nar.. Üzerine hafif muskat…
Adamın çorbasının da tadına baktım tabi.. Epeyce ekşi bir tarhana çorbasıydı. Kestanelerinin tadına bakamadım ama ben badem çorbasının kendi damak tadıma daha uygun olduğunu düşündüm. İşte burada Kestaneli Terine…
Ardından soğuk başlangıçlara geçiyoruz. Tabaklardan biri daha tanıdık.. Vişneli yaprak sarma… Ben çok sevdim bu tabağı…
Bundan sonraki tabak şaşırtıcı.. Osmanlı’nın kalamar ve karides tükettiğini burada öğreniyoruz… Buyrun size karidesli kalamar dolması. Hem de kuş üzümlü, fıstıklı…
Sırada ara sıcaklar var.. Börekler geliyor.. Bu aşağıda gördüğünüz ballı gemici böreği… Biz üzerine bal ilave etmeden yedik.
Aşağıda gördüğünüz de hassa böreği… İçinde peynir, ceviz ve zeytin var… Her ikisi de alıştığınız börekten farklı..
Aslında yemeklerin ağırlığı midemizi zorlamaya başladı ama hem bir ana yemek hem de tatlı denemek derdindeyiz. O yüzden bir tavuk yemeği seçiyoruz. İşte karşınızda Mahmudiye, 1539 yılından bir yemek… Bal, tarçın, üzüm, kayısı, badem…. Adam’ın yorumu tavuklu aşure 🙂
Ve tatlı geliyor… Badem helvası… Helvadan ziyade badem ezmesi kıvamında. Benim bademe doyduğum bir gün oluyor bu 🙂
Yemekler ağırlıklı olarak tatlı. Tatlandırmak için de şeker değil bal ve kuru meyveler kullanılıyor. Dolayısı ile bu kadar yemekten sonra sadec bir Türk kahvesi gerçekten iyi gider. Hesabı ödedik tam gidiyorduk ki, garsonumuz arkamızdan yetişerek diş kiramızı da elimize tutuşturdu. Böylece ufak bir kavanoz avya reçeli ile evin yolunu tuttuk 🙂
Eğer gerçekten farklı bir yemek deneyimi yaşamak isterseniz Asitane İstanbul’da uğrayabileceğiniz duraklardan biri. Özellikle yaz aylarında bahçesinin keyifli olacağını tahmin ediyorum. Bu arada yazıyı yazarken farkettim ki Vedat Milor da gitmiş Asitane’ye. Buradan izleyebilirsiniz.
Asitane’nin olduğu binanın üst katları Kariye Oteli olarak hizmet veriyor. İstanbul’da konaklamak isteyenler için makul fiyatlı bir seçenek
Asitane’yi çok merak eden ben işte yazıyı buldum okurum diye sevinirken Kariye müzesi bambaşka bir yere götürdü. Enfes bir yazı olmuş. Afiyet olsun ve teşekkürler
Oburcan