Mardin’deki iki akşamımızın ikisinde de Mardin’in iki ünlü restoranına gittik. Cercis Murat Konağı ve Bağdadi Restoran. Cercis Murat Konağı’nın İstanbul’da da bir şubesi varmış. Gitmeden 3 hafta kadar önce Mardin’de otel kalmadığını öğrenince ben ilk iş internette nerede yemek yenir diye bir araştırma yaptım. Otellerde yer yoksa yemek yiyecek yer de yok demekti. Hem Cercis Murat Konağı’na hem de Bağdadi’ye rezervasyonları yapıp, oteli de ayarlayınca hiç bir sıkıntımız kalmamıştı. Benim size tavsiyem eğer çok kalabalık bir dönemde rezervasyon yaptı iseniz tarih yaklaştığında mutlaka rezervasyonunuzu kontrol etmeniz yönünde. Aksi takdirde açığa düşebilirsiniz.
Biz ilk akşam saat 6.30’da hala Hasankeyf’teydik. Mardin’e geç kalacağımız ortaya çıkınca restoranı arayıp ancak saat 9.30 gibi orada olabileceğimizi söyledik. Bir koşu otelde duş aldıktan sonra restorana doğru yola çıktık. Bindiğimiz taksici bize Mardin’in ne kadar çok kalabalık olduğundan bahsedip rezervayonunuz yoksa Cercis’te oturamazsınız dedi. Yerimize oturana kadar acaba gerçekten burada yemek yiyebilecek miyiz diye korktum bu yüzden. Neyse ki yerimiz ayrılmıştı ve söz verildiği gibi açık havadaydı.
Benim tavsiyem eğer olabiliyorsa dışarıda oturmanız yönünde. Haftasonları içerideki canlı müziğin sesi konuşmanızı bastırabilir. Yemek kokuları ve kalabalık da bir süre sonra havasız kalmanıza neden olabilir.
Cercis’in iki terası var. Üst teras daha çok esmekle birlikte daha havadar. Bizim orada olduğumuz hafta, hava gündüzleri çok sıcak olmakla birlikte akşamları epeyce esintili idi. Siz üzerinize giyecek bir şeyler alın, yetmezse şal getiriyorlar. Restoran o kadar kalabalıktı ki ister istemez serviste aksamalar da vardı. Garson çocuklar sabah 9’dan bu yana hiç durmadıklarını söylediler. Mardin’in hiç görmediği bir kalabalıkla karşı karşıyaydık yani.
Menü fiksti. Ortaya önce bir Mardin tabağı geliyor. Daha sonra haşlama ya da kızartma içli köfte ve patlıcan dolması servis ediyorlar. Arkasından 4 ana yemekten birini seçiyorsunuz. En son tatlılar geliyor. Yanına da ne isterseniz onu içiyorsunuz.
İşte ilk başta gelen Mardin tabağı… Bakır bir tepside, kepçelerin içinde servis edilen 10 farklı meze. Yanında şarap isterseniz kadeh yerine yine bakır bir tas geliyor. Çok alışık olmadığımız tazda, yayvan ağızlı ayran tası gibi bir şarap tası.
Biz daha mezelerde iken erkenden sofraya oturanlar çoktan eğlence safhasına geçmişlerdi. Öyle ki sabahtan beri koşturan gencecik garson çocuklar aşağı kattan gelen müziğin de etkisiyle halaya kalktılar. Müzik nefis, halay müthiş, yorulmuşuz zaten bütün gün, koymuşuz rakıları, önümüzdeki mezeler şahane, hava limonata gibi. İnsan daha ne ister değil mi?
Muhabbet bol, şaka, kahkaha, kakara ve kikiri. Gün boyu gördüklerimiz bizi İstanbul havasından çıkartmış, daha şimdiden acaba ne zaman bir daha geliriz diye konuşuyoruz. Sonra yemekler geliyor. Hepimiz başka bir şey söylüyoruz. İsimlerini hiç sormayın hatırlamıyorum ama kokusuz, yumuşak, çok güzel et yemekleriydi hepsi. O yüzden çok tavsiye ederim.
Gece buradan kalktıktan sonra ertesi akşam yemeğe gideceğimiz Bağdadi’nin Bar’ına uğrayalım dedik. Şimdi Mardin’de bar diyince aklınızda ne canlanıyor bilemiyorum. Ben kilimlerin serili olduğu bir yer bekliyordum aslında. Ama bayağı canlı müziğin olduğu, İstanbul’daki Türkçe müzik çalan mekanlar tarzında bir yer. Herkes kurtlarını döküyor. Pop, oyun havası, arabesk aklınıza ne gelirse. Geceyi birer içki de burada içtikten sonra burada tamamlayıp otele döndük. Ertesi sabah saat 8’de yola koyulacaktık ama saat çoktan 3’e doğru geliyordu bile. Ertesi gün daha önceki iki yazıda anlattığım Kasımiye Medresesi, Deyrülzafaran, Dara Mor Gabriel bizi bekliyordu. O yüzden bir an evvel uyuduk.
İkinci günümüzde öğle yemeğinde Midyat-Nusaybin yolundaki Beyazsu diye bir restoranda yedik. Kaynak bir suyun dibinde, dilerseniz ayaklarınızı buz gibi akan suya da sokarak yemek yiyebileceğiniz bir yer. Izgaraların yanında alabalık da yapıyorlar. Biz balık, kuzu ve tavuk karışık birşeyler istedik. Yediğimiz herşey gayet lezzetliydi. Sadece kalabalıktan dolayı serviste aksamalar oldu. Eminim ki kalabalık olmayan bir günde buraya gitmek çok keyifli olur. Özellikle yazın sıcaklarında buz gibi akan su ve yemyeşil ağaçlar burayı cennete çeviriyor olmalı. Eğer siz de bölgeyi gezerken öğle saatlerinde bu civarda iseniz deneyn derim.
Biz uzunca bir günü bitirip de Mardin’e döndükten sonra yine bir duş alıp bu defa Bağdadi’ye yemek yemek üzere doğru yola çıktık. Terasta köşe bir masya yerleştik. Daha sonrası için diyecek kelime bulamıyorum… Ne kadar anlatsam o atmosferin üzerimde yarattığı etkiyi anlatmak konusunda eksik kalır sanırım. Masal gibi… Kendimi Elhamra Sarayında yemek yiyor gibi hissediyorum. Restoran’ın işletmecisi Alex son derece yardımcı, kibar ve müşterilerinin bir dediğini iki etmeyen biri. Daha önce 8 yıl Mardin’de rehberlik yaptığı için bölgeyi de çok iyi tanıyor. Enerjisi hiç bitmiyor, nerede ise hiç uyumadan birden fazla işi aynı anda kotarıyor.
Bu defa Cercis’teki Mardin tabağının bir benzeri olan Mezopotanya tabağının yerine mezeleri ayrı ayrı seçtik. Zaten şu yukarıdaki manzaraya bakarsanız yemek bahane, sohbet ve manzara şahane.
Ben yemekten ziyade hala şaşkın şaşkın işlemelere, ışıklandırmalara bakıyordum ki, bize bir güzellik yapıp sofraya çiğköfte de getirdiler. Bulgur nerede ise yok olmuş, lokum gibi bir çiğköfte bu.
Biz yavaş yavaş demlenirken, Bağdadi’nin üst terasında bu defa tur grubu şarkı ve türküler eşliğinde eğleniyordu. Uzaktan gelen müziğin sesi, herşey nefis, keyfimiz çok yerinde. Bu defa yemek yiyecek çok yerimiz yok.. O yüzden tek bir tabağı paylaşıyoruz. Yine kuzu eti… Et tahmin edeceğiniz üzere tel tel ayrılıyor. Adını yine anımsayamıyorum.
Bu arada üst kattaki program bitiyor, bu defa bizim olduğumuz katta fasıl başlıyor. Herşey o kadar keyifli ki mutluluktan iyice gevşiyoruz.
Burada değişik bir tatlı denemek isteyince Alex bize dışarıdan sütlü kadayıf getirtiyor. Müthiş bir lezzet…
Otele doğru yollanmadan önce bize konağın içini de gezdiriyorlar. Yine hayran kalıyoruz. Sonra bizi otele de bırakıyorlar. Eh daha ne olsun? Yolda gece karanlığında Mardin’in abbaralarına bakıyoruz. Cin-peri hikayeleri dinliyoruz 🙂
Ertesi sabah tur ekibi Savur’a gidecekti biz onun yerine otelde uyuyup, sonra gruba katılmaya karar verdik ve öğle yemeğinde yine Bağdadi’ye geldik. 🙂 Bu defa et dışında birşeyler yiyelim düşüncesi geçti aklımızdan. Mesela şöyle güzel bir makarna. Sıra sipariş vermeye gelince, öğreniyoruz ki Bağdadinin ustalarından biri aslında daha önce 8 yıl bir İtalyan restoranında çalışmış ve makarnayı taze taze açarak servis ediyorlarmış. Hepimizde ete biraz ara verme ihtiyacı var. O yüzden salata ve birer tabak da makarna söylüyoruz. Salata çok taze. Sıcak havada çok canlandırıcı bir lezzet. Kapariler çok yakışmış.
Mantar soslu tortellini ise dillere destan. Hepimiz silip süpürüyoruz.
Yemek kısmını şimdilik burada kapatıyorum. Sonradan bir de Diyarbakır’da yediğimiz ciğeri anlatacağım ama önce size biraz da Mardin sokaklarının havasını koklatmak istiyorum. Görüşmek üzere..
çok güzel mişşş
ben urfa mardin hayraniyim ismim suna ukraynada yasiyorum cok ta oralari gormek isterim ve anligimda yaziliysa orada evlilik ayle kurmak isterim 27 yasindayim aslen makedonya tirklerindenim varsa oyle biri beni davet edecek oraya tel 0037281300079 arasin beb ciddiyim