Geçen haftasonu açtığımız tiyatro sezonuna bu hafta farklı tarzda bir gösteri ile devam ettik. Zorlu PSM’de yaklaşık 1 hafta boyunca sergilenen Blam‘ı izlemek üzere Cumartesi günü yollara düştük. Oyunun saatini yanlış hatırlayınca az daha kaçırıyorduk ancak 10 dakika gecikme ile salondaki yerlerimizi alabildik. Sıradan bir ofiste çalışanların hayalgücü ve yaratıcıkları ile nasıl da bir aksiyon filmi atmosferi yaratılabildiğini görmüş olduk böylece. Su bidonundan sevgili, elbise askısından makinalı tüfek, masaların üzerinde gezinen, florasan lambayı salıncak gibi kullanan birbirinden akrobatik hareketler yapabilen dört ofis çalışanı… Oyunda tek bir söz duyamıyorsunuz ve bütün hikayeyi gösterdikleri fiziksel performansla anlatıldığını görüyorsunuz. Sözsüz olması benim görebildiğim kadarı ile epeyce yabancı izleyiciyi de salona çekmeyi başarmıştı. Dört kafadarın poker oynadıkları sahnede sanki tiyatroda değil de sinema filmi çekiliyormuşçasına kamera etraflarında dönüyor hissi vermeleri, hatta seyirci tam görsün diye masayı yan yatırmaları gerçekten hoş fikirlerdi. Ayrıca benim görebildiğim kadarı ile Bruce Lee’den and Jackie Chan’e, Terminator’dan Star Wars’a pek çok oyuncuya ve kült filme de referans verdiler.
Günümüzde sıradan ofislerin demode olup, çalışanlarına farklı dinlenme alanları sunabilen daha yenilikçi ofisler ön plana çıkıyor. Bu sayede çalışanların verimliliklerinin artırılması ve hatta kendilerini evlerindeki kadar rahat hissetmeleri arzulanıyor. Belli ki bu fikirden doğmuış bir oyun Blam. Çok etkilendiğimi söyleyemeyeceğim ama değişik bir gösteri islediğimiz kesin. Ancak benden daha genç bir izleyici kitlesi için de gayet etkileyici olabilir diye düşündüm oyundan çıkarken. Bu arada ilk kez Zorlu’nun drama sahnesinde bir oyun izledik. Ben salonu çok beğendim. Kimse kimsenin önünü kesmiyor ve nerede oturursanız oturun sahneye hakim konumda kalıyorsunuz. Böyle salonların sayısının artması en büyük dileğimiz.
Oyundan sonra Zorlu Center’a pek yolumuz düşmediği için acaba değişik bir restoranda yemek yiyebilir miyiz diye bakınırken, Eataly’i görünce şüphe etmeden içeri girdik. Geçen yıl New York’ta görüp bayıldığımız Eataly’nin bu kadar kısa bir süre sonra İstanbul’a gelmesi tabi ki çok sevindirici idi ama nedense bir türlü gidip de görememiştik.
Kocaman bir market burada da kurulmuş. Restoran bazında, makarna ve pizzaya yoğunlaşmış gibi görünüyorlar. Et restoranını görmekle birlikte balık için ayrı bir bölüm gözüme çarpmadı. Belki de ikinci ve daha detaylı bir ziyareti hakediyor Eataly.
İlk istediğimiz başlangıç tabağı çok lezzetliydi. Jambon ve mozarella tabağına bayıldım. Normalde mozarellanın çok anlamsız bir peynir olduğunu düşünürüm ancak iyisini bulunca da kaçırmam. Bana göre iyi mozarella süt kokmalı!
Arkasından gelen pizza da çok lezizdi ancak makarnaya o derece bayılmadım sanırım. Yine de sadece tek bir şans vermek doğru değil bence. İyi ki açılmış Eataly! Başka bir zamanda bu defa daha rahat bir zaman diliminde yeniden uğrayacağım mutlaka.