Sabah bir uyanmışsınız, çiçek gibi şahane bir deniz karşılamış sizi, hava sıcak ama nem yok, hafif hafif bir esinti var karşınızda… İşte bizim Samos’ta uyandığımız her sabahın özeti bu cümleler. İstanbul’un neminden sonra bizi ferah rüzgarları ile karşılayan Samos’u sırf bu yüzden çok seviyoruz. Oturduğunuz yerde terlemek diye birşey yok bu adada. Burası bizim Studio Loukia’da kaldığımız odanın balkonu. Ama akşam üstü denizden dönüp duşunuzu aldıktan sonra akşam içkinizi yudumlamak için birebir. Fotoğrafı odaya girdiğimiz ilk 5 dakikada çektim sanırım, uzun uzun da izledim büyülenmiş gibi. Şimdi bu fotoğrafı çektiğim saatten bir kaç saat geri gidiyorum. Kuşadası’ndan bindiğimiz feribot bizi Vathi’de indirdi. Vathi aynı zamanda Samos’un başkenti. Hatta diğer kasabalar Vathi demek yerine Samos Town ismini kullanıyorlar. Biz Vathi’de hiç zaman geçirmediğimiz için hakkında birşey söylemek zor çünkü Samos’a ayak bastıktan sonra pasaport kuyruğundan çıkar çıkmaz bir taksiye atlayarak ilk konaklayacağımız kasaba olan Kokkari’ye geldik. Taksi 12 Euro tuttu şoförümüzle çok anlaşamasak da bizi Studio Loukia’ya yakın bir yerde bırakabildi.
Samos dağlık tepelik bir ada ama ben bunu adaya ayak basana kadar pek anlamamıştım. O yüzden kalacağımız pansiyonun deniz kıyısında hatta doğrudan plajda olmasını beklerken merdiven çıkmak zorunda olduğumuzu görünce bir hayli şaşırdım. Sonunda, valizleri odaya bıraktık, plaj çantamızı hazırlayıp önce henüz kahvaltı bile edemediğimiz için yemek yiyecek bir restoran bakınırken La Casa‘ya oturduk. Buradaki isten acımış bir ahtapot ve kalamar ızgara bizi epey hayal kırıklığına uğrattı ama manzara şahaneydi.

Yemeğin ardından moralimizi bozmadan, günü daha fazla kaçırmamak için Kokkari’nin içindeki yerlilerinin Küçük Lemonakia dedikleri plajına yürüdük. Yoldaki manzaralar birbirinden harika. Bu fotoğrafların hiçbirinde tek bir oynama, filtre vs. yok. Hepsi orijinal, gerçek mi gerçek 🙂
İşte Küçük Lemonakia plajı. Arkada bir bistro-bar var. akşama kadar salata/tost/makarna tarzında hafif yemekler ve sıcak soğuk içecekler eşliğinde sakin sakin burada takılabilirsiniz.
Biz ilk gün akşama kadar burada kaldık hiçbir yere kıpırdamadık, bira – deniz döngüsüne girmemek işten değil.
İkinci gün gittiğimiz asıl Lemonakia Plajı gerçekten çok güzel bir plaj. Zaten Samos’un kuzeyindeki plajların tamamında turkuaz olmazsa olmaz. Lemonakia Kokkari merkezden yaklaşık 25 dakikada yürüyebileceğiniz bir mesafede. Arabayla 5 dakika sürer.
Lemonakia’dan 500 metre ileride ise Tsamadou plajı var. Plajların her biri birbirleri ile turkuaz renklerini yarıştırıyorlar. Tsamadou Lemonaki’den daha büyük bir plaj ve yan yana dizilmiş birden fazla işletme var bu plajda. Biz çimlik alandaki işletmede oturuyoruz. Plajların hepsi taşlık, bu da dalgaya rağmen suyun her zaman berrak olmasını sağlıyor. Bütün bir günü burada geçirdik, ben hem okudum, hem bira keyfi yaptım, ısındıkça denize girip ferahladım.
Bu tatilde Mirgün Cabas’ın kitabını okudum. Kitap gazeteci dili ile son derece kolay okunabilir şekilde yazılmış. Plajda bile olsa çıtır çıtır aktı gitti. Unuttuklarımı hatırladım, bazı bilmediklerimi de öğrenmiş oldum. Yakın tarihteki önemli bir senenin iyi bir toparlaması olmuş. Merak edenlere tavsiye ederim.
Plajda bira patates kızartması, hamburger tarzında yiyecek içecek servisi yapılıyor. Daha mükellef bir yemek yemek isterseniz yukarıdaki tavernada da yemek yiyebilirsiniz. Restorana da, plaja da merdivenle inip merdivenle çıkıyoruz. Çıkarken söylenmek serbest 🙂
Plajlar tek güzelliği değil tabi adanın. Samos hem çok dağlık hem de çok ormanlık bir ada demiştim sanırım daha önce. Bu dağlık adanın dağ köyleri de var tabi. Biz iki köyün ismini çokça duyduk Manolates ve Vourliotes. Biz sadece bir tanesine gidebildik: Manolates. Nefis bir orman yolunun içinden geçerek çıkıyorsunuz köye. Bir an Karadeniz’de miyim? Samos’ta mıyım? diye düşünüp, şaşırıyor insan gerçekten. Bu arada yol çok dönemeçli bir yol. Epeyce dik bir açıyla döne döne gidiyorsunuz. O yüzden aman dikkat.
Taş köy evleri, her yerden taşan çiçekler, bu kadar zengin bitki örtüsü olunca arılar da eksik olmuyor tabi. Biz tam akşam üstü gittik hem güneşli hem de mehtaplı halini görelim diye. Bir akşam yemeğimizi de burada yedik.
Bu bölgede pek çok seramik atölyesi de varmış. Bizim gittiğimiz saatlerde pek çoğu kapalıydı.
Burada akşam yemeğini herkesin çok önerdiği AAA‘da yemek istiyorduk aslında ama gittiğimizde burası hınca hınç doluydu. O yüzden yönümüzü Despina‘ya çevirdik, çok da mutlu bir yemek yedik.
Gelelim Kokkari’nin diğer restoranlarına. Buranın en ünlü restoranı Meltemi. Biz Kokkari’deki ilk akşamımızda La Casa’da yediğimiz kötü yemeğin pasını ağzımızdan silmek için buraya gittik. Rezervasyonumuz yoktu. Kapıda 15 dakika beklersiniz diyerek elimize bir kadeh rakı tutuşturdular. Bu arada biz ayak üstü İzmir’den gelen bir başka Türk çiftle sohbete daldık, önce onları oturttular ve tam da uzolarımız bitmek üzereyken bizi masamıza aldılar. Kalamar ve ahtapot gibi masamızın kadrolu tabaklarının yanına fotoğrafını çekmeyi unuttuğumuz bir karides saganaki söyledik, sonra suyuna bana bana bir sepet ekmek yedik. Meltemi Samos’a giden herkesin kesinlikle en azından bir defa yemek yemesi gereken bir yer. Servis çok hızlı, yemekler lezzetli, sahilde oturuyorsunuz ve serin serin esen rüzgara karşı lıkır lıkır rakıları götürüveriyorsunuz.
Barbanyanni nasıl Midilli’nin uzosu ise Samos’un uzosu da Frantzeskos. Ben çok severek içtim. Daha hafif, daha ferah bir içki rakıya göre ve diğer uzolara göre. Öyle ki çaktırmadan epeyce sarhoş edebilir sizi.
Bir diğer akşam Zakore‘de yemek yedik. Burası aslında bir aile tarafından işletilen bir kasap. Balık restoranlarının yanında iyi bir seçenek, etleri de gayet lezzetli.
Samos’un uzosundan daha ünlü olan muskat / misket şarapları arasında bizim favorimiz olan da burada. Adını okuyamıyorum ama adadaki tüm marketlerde fiyatı 5.5 ile 6.5 euro arasında değişen fiyatlara satıldığını söyleyebilirim. Fiyat/performans notu 100 üzerinden 100. Giderseniz kapın bir kaç şişe getirin mutlaka.
Kokkari’de tavsiye edebileceğim bir diğer mekan Cafe Del Mar. Ortamı çok keyifli, tropik de bir havası var karşınızdaki turkuaz denizle birlikte. Biz buraya hem akşam birşeyler içmek için, hem de sabah kahvaltı için uğradık. Yumurtalı bir kahvaltı için ideal.
3 gece kaldığımız Kokkari’den sonra istikametimizi Patmos’a çevirdik. Sabahın erken saatlerinde Pythagorion’dan kalkan feribota yetişmek üzere Kokkari’den ayrıldık. Aklımızda Kokkari’nin turkuaz rengi ve sevimli sokakları kaldı.
Bir sonraki yazıda Patmos’ta görüşmek üzere…