Oldum olası kahvaltı etmeyi çok sevdim. Sadece sabahları değil akşamları da. İlkokuldan liseye kadar, Cuma akşamları bir çeşit kahvaltı akşamı olurdu. Kahvaltı sofrası zaten evdeki herkesin bayıldığı bir akşam yemeği türüydü. Kim sevmez ki çeşit çeşit peynir, zeytin, taze ekmek, reçel, sarelle.
Bu kahvaltı sofralarının en büyük özelliği ve güzelliği domates soslu patates kızartması olurdu. Şöyle ki, patatesler kızartılır, sonra öte yanda sarımsaklı bir domaste sosu hazırlanır ve bu sos kızarmış olan patateslerin üzerinde gezdirilir. Sonra taze beyaz ekmeğin, burnu kopartılıp bu soslu patates kızartmasından içine koyup çıldırılarak yenir.
Aklımda bu patates kızartması dışında kalan bir şey de Charles in Chargedı. Cuma akşamları TRT’de aşağı yukarı bizim akşam yemeği yerine kahvaltı ettiğimiz saatlerde bu dizi olurdu. Domates soslu patates kızartması ve Charles Cuma akşamlarının en güzel yanıydı. Ertesi gün okul yok, ödev varsa bile hemen yapılmak zorunda değil. Huzurlu, mutlu bir Cuma akşamı. Dün gece yatmadan önce düşündüm ki artık nerede ise kahvaltı keyfim diye bir şey kalmamış. Hafta içi işyerinde, hafta sonları da ben ev halkından farklı bir saat düzeninde yaşadığım için geçiştirilen kahvaltılar etmekten, özene bözene hazırlanan ve uzun uzun edilen sabah kahvaltılarını unutmuşum! Bunu bu kadar geç farketmiş olmak kendi kendime bayağı bozulmama yol açtı ve ne yaptım, sabah kalkar kalkmaz üstümü giyip soluğu markette aldım.
Erzincan Tulum, İzmir Tulum ve Lor peynirinin yanına, fırında yapılacak ev pizzası için bazlama , sucuk ve kaşar peyniri, lor peynirine eşlik etsin diye bal aldım.
Burada peynir için bir iki söz etmem gerek. Peynir benim için daima her türlü sofranın en vazgeçilmez parçalarından biri oldu. Yurtdışı seyahatlerinden dönerken Türkiye’ye kilolarca peynir taşıdığım günler oldu. Ama asıl peynir festivali ben Londra’ya gitmemle başladı. O zamanlar, ayda bir Borough Market’a uğrayıp, önceden denemeye karar verdiğim çeşit çeşit peyniri (Gruyereden Gorgonzolaya, Emmentalden Goudaya) yüklenip eve gelirdim. Öğrenmek ve bu peynirlerin olgunluğunu, yapıldığı bölgeyi tanımak bana gerçekten büyük bir keyif vermişti.
Türkiye’de eskiden az sayıda markette satılan peynir çeşitlerini artık hemen hemen bütün süper marketlerde bulmak imkanlı hale geldi. Hatta piyasadaki Türk peynirleri de çeşitlendi. Bu durum benim gibi peynirkolikler açısından son derece sevindirici bir durum.
Sofra çok iddialı değil, sade ama şirin oldu bence. Benim en favori kahvaltılıklarımdan biri de fırında yumurtalı ve peynirli ekmek. Marketten geldiğimde annem fırında yumurtalı ekmek yapmak için gerekli hazırlıkları yapmıştı ama ben aldıklarımı gösterince yumurta olayına sucuk, biber ve zeytini de ekleyerek daha çekici bir tarif denemeye karar verdik.
Lor peynirini ben vişne reçeli ile yemeyi tercih ettim. Peynir ve reçel her zaman için benim en favori ikililerimden biri olmuştur. Turunçgillerin reçelleri hariç tüm reçelleri beyaz peynir ya da tulum peyniri ile karıştırarak yemek yıllardır en büyük alışkanlıklarımdan biri.
Fakat tuzsuz lor peynirinin mascarpone ve ricottaya benzerliğini keşfettiğimden beri reçelleri ve balı lor peyniri ile birlikte yemeye bayılıyorum. Zaten tuzsuz lor peyniri bir çeşit yağsız kaymak gibi bir tat bırakıyor insanın ağzında. Denemek lazım mutlaka.
Neyse lafı daha fazla uzatmadan söyleyeyim ki, uzun zamandır ilk kez güzel bir pazar kahvaltısı hazırladım ve bunu her pazar yapmaya da karar verdim. Yemek kitaplarımı daha gözle görünür bir yere koydum. İnternette yeni tariflere bakmaya başladım. Evdekilerin haberi yok ama önümüzdeki Pazar mis kokularla uyanacaklar. Yaptıklarımı beğenirsem buraya da yazarım belki.
Son yıllarda mutfak dünyasından epeyce uzak kaldım aslında. O yüzden eskisi kadar araştırmacı ve meraklı bir mutfak faresi olmadığım kesin. Demek ki yeni yılda yapılacak işler listesine mutfak olayını da eklemek fena bir fikir olmayacak sanki 🙂 Mutfak faresi demişken neden bahsettiğimi Ratatouille‘dan başkası daha iyi anlatamamz. Tatlar, kokular ve renk kombinasyonları, sunum…. Mutfak güzel bir yer.