Zorba… Bir Bale, Bir Kitap, Bir Film… Siz hangisini daha çok sevdiniz?

Sonunda uzun zamandır yazmayı planladığım ancak araya giren seyahatler, yemekler ve başka pek çok şey yüzünden ertelediğim Zorba yazısı ile karşınızdayım. Bu aralar keşfettiğim pek çok tat, okuduğum yazarlar, izlediğim filmler ve dinlediğim müzikler bende hep aynı duyguyu uyandırıyor. Keşke daha önce dinleseydim, keşke daha önce seyretseydim, keşke daha önce keşfetseydim duygusu bu. Ancak bunu hisseder hissetmez inanılmaz mutlu oluyorum. Ben değil miydim patchwork hayat felsefesiyle her gün yeni bir şeyler keşfetmek isteyen. Demek ki her şey dilediğim gibi gidiyor. Ne mutlu bana.

Uzun bir girizgahtan sonra gelelim bugünkü yazımızın konusu olan Zorba’ya. 12 Şubat’ta yani bundan tam bir ay önce Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin Zorba isimli balesine biletin satışa çıktığı gün sabah saat 9.30’da sıraya girmek sureti ile bilet alabildik. Kimi opera ve bale temsilleri ile tiyatro oyunlarının biletleri satışa çıktığı 1 saat içerisinde tükeniyor ve maalesef bu oyunlara internet üzerinden bilet bulmak kesinlikle mümkün olmuyor. Baleyi beklerken boş durmadım. Bu kadar uğraşıp da bilet aldığımız oyuna gitmeden önce bir de Kazancakis’ten Zorba’yı okumak istedim. İyi ki de istemişim.

Zorba’nın yazarı 1883 Girit doğıumlu Nikos Kazancakis, kendisi ile bu kadar geç tanışmaktan ötürü büyük üzüntü duyduğum bir yazar ve filozof. İkinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı Zorba  kendisinin uluslararası üne kavuşmasına vesile olmuş ve 1957 yılında vefat etmiş. Giritte bulunan mezar taşına “Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm” yazılmış. Bana öyle geliyor ki Kazancakis’in yaşam felsefesinin ipuçlarını taşıyan bu sözler aynı zamanda ünlü romanı  Zorba’nın kahramanı ile de bütünleşmiş.  Zira, Zorba’nın gerçek bir karakter olduğu ve Kazancakis’i de çok derinden etkilediği biliniyor.   

Peki Kimdir bu Zorba? Adı gibi zorba mıdır acaba? Zorba Kazancakis’in yaşam ateşi olmuş. Hep imrendiği, hayran olduğu. Zorba’nın hayatı basit algılayışını, gereksiz detaylara değil de öze bakışını sever. Kitaptaki Basil’i Kazancakis’in kendisi ile özdeştirdiğimden olsa gerek şu aşağıdaki satırlar bana  Kazancakis’in fikri gibi geldi:

Zorba…. “…okula gitmediği için beyni bozulmamış. Çok şeyler yapıp çok şeyler görmüş ve çekmiş; açılmış, kalbi ilkel cesaretini kaybetmeden genişlemiş. Bizim için dallı budaklı ve çözülmez olan bütün sorunları o, hemşehrisi Büyük İskender gibi bir kılıç vuruşu ile çözüveriyor. Onun açık vermesi zordur… Biz okumuşlar, havadaki sersem kuşlar gibiyiz.”

Ya da şurada söyledikleri:

“Ay ışığında Zorba’ya bakıyordum. Korkusuzca ve safça kendini dünyaya nasıl uydurduğunu, vücudunun ve ruhunun nasıl birleştiğini, kadının, erkeğin, beynin uykunun ve her şeyin kendi kendine, neşe ve uyum içinde, onun teniyle bütünleşip nasıl Zorba’yı oluşturduğunu görüyordum. İnsanla dünyanın bu derece dostça bağdaştığını asla görmemiştim.”

Zorba hayat, ölüm, aşk, kadın ve erkeğe bir serenad. Okurken düşündüren, düşünürken gülümseteni umut veren ama aynı zamanda da hüzünlendiren…

Sınırsız yaşam enerjisi hiç bitmeyecek gibi görünen ama yarasız değil… Kalbi kırmızı, sarı, siyah yamalarla dolu. Binlerce delikli, binlerce yamalı ama korkusuz. Öte yandan kimi zaman acımasız ve bencil…

 Kazancakis’in bu nefis romanının bale versiyonunu izlemeye giderken biraz kuşkuluydum. Bol bol sirtaki seyredeceğimizi biliyordum ancak kitabın felsefi boyutunun nasıl sahneye aktarılacağını çok kestirememiştim. Nitekim kafamdaki soru işaretleri sahnedeki yerlerini korudular. Eğlenceli, özellikle bizim gibi alkışlamayı, ritim tutmayı, hatta kalkıp halay çekmeyi seven Akdenizli milletler için güzel bir oyundu. Oyunun sonunda biraz da başrol oyuncularının seyirciyi gaza getirmesi sonucu dört kez bis yaptılar. Bana sorarsanız bu kadarı biraz çok kaçtı. Yine de rengarenk, keyifli bir gösteri sergilediler bizlere, o yüzden emeği geçen herkese çok teşekkürler.  Zorba da, madam Hortance da, Basil de çok başarılı idi ancak Zorba’nın balesi bir aşk hikayesinden öteye gidemedi.

Peki ya Anthony Quinn’in oynadığı Zorba the Greek  filmine ne demeli… Bu role Anthony Quinn’den daha çok yakışacak biri var mıydı bilemiyorum.

Filmin onlarca unutulmaz sahnesi arasında beni en çok etkileyen Madam Hortence öldükten sonra evinin köylüler tarafından yağmalanamasının ardından bomboş odada ölüm yatağında yattığı sahne oldu.

 Zorba çapkın, Zorba aşk adamı… Aşkın acıtıcı olduğunu bilen ama yine de korkmayan, vazgeçmeyen, kokusunu aldı mı kaçırmayan… Ölüm onun için doğal bir son, sonrası yok. Canlı- kanlı bir yürek, toprak anasından göbeği kesilmemiş, hilesiz, kocaman bir ruh Zorba. Gördüğü her şeyi her gün ilk kez görüyor gibi bakan, su, yıldız, kadın, ekmeği tanrının elinden ilk çıktıkları günkü parlaklığında gören.

Bence hepimizin hayatında bir Zorba olmalı, ya da aslında daha güzeli içimizdeki bir parça Zorba’ya benzemeli.. Siz ne dersiniz?

5 comments

Add Yours
  1. Erdem Ceydilek

    “Bir akşam eve dönünce onu bulamadım. Kaçmıştı. O günlerde köyden genç, güzel bir asker geçmişti, onunla kaçtı. Gidiş o gidiş! Kalbim bölündü, iki parça oldu, fakat namussuz kalp, yine yapıştı. Bilmem göründü mü? Kırmızı, sarı, siyah yamalarla yamanmış, binlerce ekli ve yamaları kalın sicimle dikildiği için en büyük fırtınalarda bile yırtılmayan bazı gemi yelkenleri vardır. Benim kalbim de öyle işte! Binlerce delikli, binlerce yamalı, ama korkusuz!” diyordu kitapta bir yerde.. o yüzden hepimizin hayatında en az bir adet Zorba vardır mutlaka..

  2. Epicurious

    Merhaba Erdem,

    Aynı satırlar benim de dikkatimi çekmişti ve tamamı olmasa da bir kısmına yazımda yer verdim. Görüşüne katılıyorum ancak yine de temenni etmekten geri duramadım.

  3. tütü

    Zorba’yı okuduğumda bende iz bırakan cümleler şunlardı,

    ””Nedir bu be? Bir bardakcık şarap içiyorsun,sonra dünya alabora oluyor.Hayat nedir be patron?Allahını seversen şu üstümüzde sarkanlar üzüm mü, melek mi ayırt edemiyorum.Yoksa hiçbirşey mi yok, hiçbirşey mi gerçek değil? Ne tavuk, ne peri, ne de Girit! Konuş patron konuş yoksa sapıtacağım!”

    Yıllar önce okumuştum, hatta iki kez okuduğum ender kitaplardandı,nefisti.Kazancakis’in diğer kitaplarını da alıp okmuştum, ama ZORBA’nın tadı toktu…Ve de bir konuda daha katılıyorum sana, o role Anthony Quinn’den başkası can veremezdi….

    Bu arada Brüksel yazıların ipuçların harikaydı, sevgiyle kal….
    (Yukarıda ”epicurious” un açıklamasını yaptığın fotoğraftaki baharatın adı nedir? Hindistan’dayken, çok beğenerek içtiğim masala çayının içinde, karanfilin yanında o baharattan da vardı.)

    • Epicurious

      Sevgili Tütü,
      Ne güzel böyle uzun uzun yazdığın yorumları okumak 🙂 Zorba bende şimdiye kadar tatmadığım bir duygu, tat, lezzet bıraktı. Uzun zamandır okuduğum kitaplarda alamadığım bir tattı bu. Brüksel yazılarını beğendiğine çok sevindim. Ara ara gidip geldikçe devamını getirmeye çalışacağım.
      Son olarak Epicurious için kullandığım gravatar da gördüğün baharat yıldız anason. Çok şık bir bakarat değil mi 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s