Geçen hafta iş için İzmir’e yolum düşecekti. Bundan haberi olmayan Ozzy 12-13 Nisan’da Alaçatı’da Ot Festivali varmış gidelim mi deyince, bir taşla iki kuş vurmaya karar verdim. Perşembe sabahı tam da aşağıdaki bir manzarayla Kondon’a bakarak gözlerimi açtım. O hafta İzmirde pek çok organizasyon, konferans vs. olması sebebiyle zar zor yer bulduğumuz İzmir Palas’ın balkonu burası. Otelin fotoğraflarını da çekmediğim için çok hayıflanıyorum zira fazlası ile retro, gerçekten de 90’larda donmuş gibi bir hali vardı.
Üstelik Perşembe akşamı eski bir arkadaşımla yemek de yiyecektik. Eh daha ne olsundu. Perşembe akşam iş çıkışı Bostanlı tarafına doğru yola çıktık. İstikamet Cunda Balık Evi idi. Bu arada biz restorana adım attıktan sonra öyle bir yağmur bastırdı ki cama vuran yağmur damlalarından nerede ise birbirimizi duyamayacaktık. Sohbet muhabbet, dedikodu derken nerede ise 11 yaşından bu yana arkdaşım olan bu hatunla yaptığımız muhabbetin gerçekten de tadına doyum olmadı. İzmir konusunda bilgisi çok kıt biri olarak ve fiyatlarının normalden daha yüksek olduğu notunu düşerek, Cunda Balık Evi‘nin gerçekten de çok güzel mezeleri olan, servisi çok iyi bir lokanta olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle beğendili ahtapot ve denizürünlü enginar dolması dillere destandı. Çağladan yapılan meze ve çıtır karidesler de yine heryerde bulunmayan mezelerdi ve kalamar dolması hariç yediğimiz herşey gerçekten nefisti.
Üstüne eve döndükten sonra arkadaşımız olan kocası da bize katılınca şakır şakır yağmaya devam eden yağmurun altında evlerinin terasında hem son cila içkilerimizi yudumladık hem de çok uzun zamandır özlediğimiz gırgır şamataya devam ettik.
Cuma günü akşam üstü İstanbul’dan gelen Ozzy ile buluşup, kiraladığımız araba ile Alaçatı’nın yolunu tuttuk. Kalacağımız otel Cadde 75 Ozzy’nin daha önce defalarca kaldığı bir otel. Gerçekten de çok ferah, samimi, huzurlu bir otel. Arkadaki kocaman avlusu, yemyeşil çimleri ve aydıklık odaları ile çok ideal bir konaklama adresi.
Akşam üstü vardığımız otelde ilk işim bir duş yapıp sonra akşam yemeği için giyinmek oldu. Yemek saatini beklerken, otelin bahçesinde birer bardak roze şarapla haftasonu tatiline giriş yaptık. Alaçatı benim bundan 10 sene kadar önce geldiğim bir tatil kasabası o yüzden nerede ne yenir ne içilir hiçbir fikrim yoktu. Ancak bir arkadaşımızın tavsiyesi ile kısmi olarak katıldığımız İyi Yemek’in gurme turu Alaçatı tatilimizi şenlendirdi. Onlarla aynı otelde kalmadık, hatta tur otobüsünü de arabayla arkadan takip ettik, böylece turun sadece istediğimiz bölümlerinde onlarla beraber olduk, yorulunca döndük.
Turun ilk akşam yemeği L’Escargot’daydı. L’Escargot bir fine dining restoranı. Pek çok bildiğiniz malzeme daha farklı şekilde kullanılarak yeniden yorumlanmış. Bu akşamdan sonra şöyle düşündüm; günlük hayatımda gerçekten de çok fazla dışarıda yemek yiyorum, yemek zorunda kalıyorum. Bu tercihlerimi de genelde balık restoranı, pizzacı, kebapçı, steak house gibi seçeneklerden yana kullanıyorum. Ama aslında beni en mutlu eden yemek deneyimleri değişik tatları deneyebildiğimiz, şaşırtan deneyimler. İşte o yüzden bundan sonra iyiyemek.com olmak üzere İstanbul’da bulabileceğim diğer tadım turlarına katılmaya karar verdim. İşte o akşamki menümüz…
Yemekler genel olarak güzeldi ama özellikle biri vardı ki hepimizin hem sunum hem de lezzet olarak gönlünü çaldı. İşte çanağında enginar çorbası… Mevsim ta enginar mevsimi olduğuna göre belki siz de denemek istersiniz. Tarif burada.
Dana kuyruğu da nefisti ve henüz yazamadığım İspanya seyahatinde yediğimiz boğa kuyruğunu hatırlattı. Ama genel olarak yediğim herşeyi sevdim denebilir.
Her bir yemeğin yanında ona eşlik eden bir Sevilen şarabı var. Daha önce Sevilen şaraplarını hiç tatmamıştım. Ancak o akşam deneyebildiğimiz kadarı ile en azından bu listede ismi olanları gözü kapalı alabileceğimi düşünüyorum. Gerçekten her biri kendi tarzında çok leziz şaraplardı. Hatta programa göre Pazar günü Sevilen bağlarında da bir bağ yemeği vardı ancak maalesf bizim programımıza uymadığı için katılamadık. Ama şimdi Sevilen’in şaraplarını da evden eksik etmemeye kararlıyım.
Ertesi sabah uyanıyoruz. bahçedeki kahvaltının ardından, İyi Yemekçilerin kaldığı otelin yolunu tutuyoruz. Sabahki ilk programımız Elçin Oflaz ile bir beslenme sohbeti. Elçin Hanım Türkiye’de raw food akımının destekçilerinden. Kısaca kendisi bir şeyi yiyip içtiğinizde vücudunuzu dinleyin ve yediğiniz içtiğiniz şeyin size kendinizi nasıl hissettirdiğine bakın diyor. Besinleri asidik ve alkali olarak ikiye ayırıyor. Vücudun asidik beslendiği takdirde hastalıklara daha kolay yakalandığını söylüyor. Asidik nedir derseniz, çay, kahve, alkol, et, peynir asidik gıdalar. Liste uzayıp gidiyor tabi ama ben benim için en önemlileri ve vazgeçemeyeceğimi düşündüklerim bunlar. Koyu yeşil yemeniz lazım diyor Elçin Hanım. Sabah kahvaltısında beyaz peynir, ekmek ve çay yerine yarım demet maydanoz, ispanak,pazı, 2 salatalık, iki kereviz sapı, yarım limon ve zencefil kökü ile hazırlanacak yeşil sıvıyı içmemizi tavsiye ediyor. Epeyce radikal bir dönüşüm öneriyor anlayacağınız. Pek bana göre olmadığını söyleyerek bu bölümü de geçiveriyorum.
Bu sohbetten sonra kendimizi doğrudan pazara attık. Pazar bizi delirtti dersem abartmış olmam. Bıraksanız hepsini doldurup İstanbul’a taşıyacaktık. Kendimizi tutamayıp getiremeyeceğimiz şeyler de aldık 🙂 Ama en azından 6 demet deniz börülcesini sağ sağlim İstanbul’a getirmeyi başardım. 🙂 İki demetini hafta içi pişirdim, kalan 4 demetini de birazda bu yazıyı post ettikten sonra pişirmeyi planlıyorum. Pazar hem çok kalabalıktı hem de rengarenk. Tam bir cümbüş. İşte Alaçatı ziyaretimizin sebebi otlar…
Bu güzel pazarı gezip, Alaçatı’nın merkezinde birer çay-kahve içtikten sonra bu defa bir enginar tarlasına doğru yola çıkıyoruz.
Bebek enginarların tadına çiğken baktık, hatta gaza gelip 80 tane de enginar alarak arabamızın bagajını doldurduk! Bomonti pazarında tanesi 5 liraya satılan enginarlar burada 1 lira. Gerçi alma sebebimiz fiyatından ziyade tarladan tazesini almaktı ancak siz siz olun bizim gibi görgüsüzcesine almayın 🙂 10 tane hadi 20 tane alın ama 80 tane enginar almayın. Bakın arabanın bagajı ne hale geldi bu alışverişten sonra.
Evet enginar tarlasından sonra bu defa Urlice Bağlarına doğru yola çıktık. Urla’daki bu küçük bağ ve bağ evi bir karı koca tarafından işletiliyor. Ortam o kadar güzel ki insan bir an nerede olduğunu dahi unutuyor.
Sadece şunu söyleyeyim, bağda yemek yemek dünyanın en güzel şeylerinden biri. Bunu Urlice’de anladık. Benim ilk bağ yemeğimdi umarım sonuncusu olmaz. Gittiğimizde zaten sofra kurulmuş bizi bekliyordu. Her aşamada şaraplarımız değişti. Güneşli bir havada gölgede ege otları ile nefis bir şölen başladı. Son zamanlarda oturduğum en keyifli sofraydı dersem sanırım abartmış olmam. Tabakta gördükleriniz turp otu, radika, yaprak sarma, yeşil fava ve otlu börek. Börek açma yufka ile yapılmış, tel tel dökülüyor. Eşlik eden Sauvignon Blanc nefis. Dönerken bir şişe almayı ihmal etmiyoruz.
Burada gördüğünüz minicik kabakların çiçekleri üzerinde. Bu hali ile kızartılmışlar. Her biri parmak kadar. Nefisler.
Bu da otlu graten.. Yufkadan yapılan çanağı ile birlikte çok şık sunulmamış mı? Tadı da nefis…
Ve sofranın sürprizi… İç pilav ve oğlak eti… İnanılmaz lezzetli.. Silip süpürüyorum…
Yanında bol salata var.. Buralarda pancar bolca kullanılıyor… Salatanın renkleri çok iç açıcı bütün malzemeler tazecik.
Ve sofranın assolisti… Armut tatlısı… Pişirilmiş ama diriliğini kaybetmemiş bir armut düşünün, içine tatlı lor peyniri ve ceviz doldurulmuş.. Bana kalırsa yanındaki kremaya hiç gerek yok… Nefis bir armut tatlısı..
Bu kadar yemek ve şarabın ardından, İyi Yemek ekibi bu defa Urla bağlarına doğru devam etti ancak biz onlardan ayrılıp otele döndük ve yeniden akşam yemeğinde buluşmak üzere sözleştik. Otelde bir öğleden sonra çayı içip arkasından duş ve gözleri dinendirme modunda dinlendik. Grup Saat 5 gibi ayrıldığımız Urilice Bağlarından sonra Urla Bağlarından ancak saat 8’i geçerken dönebildiği için yemek için saat 9’da buluştuk. Bu defa hedef kimselerin yerlere göklere sığdıramadığı Asma Yaprağı Restoran idi.
Grup büyük olduğu için bize bahçede yer ayıramayan Asma Yaprağı bize üst katta bir oda hazırlamıştı. Sanki bir eve misafirliğe gelmişiz hissi uyandıran en gerçekten çok şeker görünüyordu. Ancak, aşırı kalabalık ve servisteki aksamanın yanında menünün özenle seçilmemiş olması ve değişik olmaktan ziyade her yerde bulunabilecek mezelerden oluşan yemek bizi tatmin etmekten uzaktı. Sofraya rakı gelse, su bitiyor, su bitse buz kalmıyordu. Bana kalırsa bu ilk deneyim ışığında kendisine atfedilen şöhreti haketmeyen bir restoran Asma Yaprağı. Niye derseniz, ertesi gün Ot Festivali standlarını gezerken çok daha leziz şeyler tatma şansımız olduğunu da ilave etmeden geçmek istemiyorum.
Şimdiye kadar hep yemeklerden, otlardan, beslenme seçeneklerinden bahsettik. Şimdi biraz da Alaçatı sokaklarında gezinelim mi? O kalabalıkta Alaçatı merkezinde oturacak yer aramaktansa ben size Hacı Memiş Mahallesinde, Antikacıların arasında gezinmeyi tavsiye ederim. Üstelik minik minik tasarım dükkanları da burada. Sakura’dan aldığımız kandiller, Ozzynin Kartpostaldan aldığı meleklerle birlikte İstanbul’a geldiler bile. Bir gölgede oturup bir şeyler yudumlama şansınız da var. Ozzy’nin beni götürmek istediği Dutlu Kahve olmuş meyhane ama hala oturup birşeyler içebilirsiniz burada.
İşte bizim Alaçatı Ot Festivali seyahatimiz böyle geçti. Önümüzdeki yıl yine başka bir şey ile çakışmazsa buralarda olmayı çok isterim sanırım. İyi Yemek bence çok iyi bir seçenek ve eminim Pazar günü yaptıkları Sevilen Bağları ziyareti de nefis geçmiştir.
Öte yandan, bu ufacık kasaba özellikle yaz aylarında kendisini ziyaret eden kalabalıkları nasıl misafir eder bilemiyorum. Bana sorarsanız ne kadar az kalabalık o kadar çok keyif. O yüzden belki siz de havalar çok ısınmadan bir Ege ziyareti yapmak istersiniz. 🙂 Herkese şimdiden iyi haftalar.
Bu yil cok istememe ragmen gidemedim. Ama kendim gitseydim de bu kadar gezemez ve yazamazdim. Enfes bir yazi, ellerine saglik.
Selamlar
Oburcan
Sevgili Oburcan, Umuyorum önümüzdeki yıl Ot Festivalinde birlikte orada oluruz. Beğenmene gerçekten çok sevindim. Uzun zamandır yazamıyordum büyük motivasyon oldu 🙂
Sevgi ve selamlar,